Perşembe, Şubat 21, 2013

Ergenekon suspects are trying to obstruct justice

Ergenekon suspects are trying to obstruct justice

[HABER ANALİZ] Mütalaa aşamasına gelmiş davada 835 tanığın dinlenmesini istiyorlar (21.22013-ZAMAN)





     

BÜŞRA ERDAL

Ergenekon davası sona yaklaşırken, bir taraftan mahkemeyi basma girişimleri yapılıyor, diğer taraftan da tanıkların dinlenmediği gerekçesiyle kamuoyunda “hukuka aykırı yargılama” algısı oluşturulmaya çalışılıyor.

 “Tanık dinleme” tartışması, ilk Balyoz davasında gündeme getirilmişti şimdi de Ergenekon davasının baş konusu. 18 Şubat günü 577’ncisi  yapılan Ergenekon duruşmasında, tutuklu sanık  İlker Başbuğ’un, eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ve eski kuvvet komutanlarının tanık olarak dinlenmesi talebi mahkemece reddedildi. Tanık dinleme talepleri yapıldıktan sonra karar için duruşmaya ara verildiğinde bazı avukatlar “talep reddedilecek, bu kesin” diye konuşuyorlardı. Reddedilmesi beklenen bir talep niye yapılır? Şu an olduğu gibi Ergenekon davası üzerinde şaibe oluşturmak için olduğu anlaşılıyor.

Bu durumu daha iyi anlamak için hemen bir önceki Ergenekon duruşması ara kararına bakmak yeterli. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, 11 Ocak 2013’teki duruşmada, davanın  geldiği noktaya ilişkin önemli bir açıklama yaptı. Sanık ve avukatlarının toplam 835 tanık dinlenmesini istediğini belirten heyet, bu tanıklardan sadece 57’sinin maddî gerçeğin ortaya çıkmasına katkı sağlayacağı değerlendirilerek mahkeme tarafından dinlendiğini vurguladı.  Heyet, 120 duruşma boyunca tanık dinlendiğini ve bu sürecin normal bir mahkemede 10 yıllık yargılamaya tekabül ettiğini aktardı.  151 kişi dışındaki tanıkların dinlenilmesi isteğinin “kısmen gayri ciddi olduklarına, kısmen davayı uzatmak için ileri sürüldüklerine” kanaat getirildiğini kaydetti. Alınan tanık beyanlarının, niteliği ve niceliği itibarıyla mahkeme açısından maddî gerçeği açığa kavuşturmaya yeterli olduğunu, yeni kişiler dinlendiğinde “adil yargılama” ilkesinin unsuru olan “davanın makul sürede bitirilmesi”ni önleyeceğini  söyleyerek diğer tanık taleplerinin reddine karar verdi. Bazı tanıkların gayri ciddi olduğunu, son duruşmada bir sanığın, dinlenilmesini istediği 130’un üzerinde tanığı olduğunu söylemesi ve bir sanık avukatının da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı tanık olarak göstermesinden açıkça anlayabiliyoruz. 

Bütün bunlarla birlikte, bu açıklamadan anlaşılacağı üzere, mahkeme artık yargılamada bir sonraki aşamaya geçmişti. Ama ne olduysa bir sonraki duruşmada birden mahkeme salonunda tanıklar hazır oluverdi. Mahkemede savunma dahi yapmayan İlker Başbuğ, biri eski Genelkurmay başkanı olmak üzere 4 emekli generali tanık olarak gösterdi. Bu generaller tanık dinlenme aşamasındayken değil de mahkemenin “tanık dinleme bitti” kararından  sonra Silivri’ye gelmeleri soru işareti taşıyor.

Başka bir açıdan ise bu gelişme Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) amir hükümlerinin yargılama iradesini baskı altına almak için araç olarak kullanıldığını bir kez daha gösterdi. Sanık avukatları, Balyoz davasında, CMK 188’e göre 5 yılın üstü ceza istenen davalarda avukat bulunması zorunluluğu kuralını istismar ederek duruşmaları boykot etmişlerdi. Balyoz davasına bakan mahkeme de, bu boykotun hukuken “iyi niyet kurallarına” aykırı olduğu sonucuna varmıştı. Şimdi de, CMK’nın 178’inci maddesine göre “mahkeme hazır bulunan tanık dinlenir” düzenlemesi istismar nedeni. Aslında tanık dinleme aşamasında gelebilecek komutanlar, bir sonraki aşamaya geçildiğinde ortaya çıkıyor. 


 Öte yandan, PKK’nın eski yöneticilerinden Şemdin Sakık’ın tanık olmasına karşı eski Genelkurmay başkanı Koşaner’in dinlenmemesi eleştiriliyor. Sakık, soruşturma savcıları tarafından “Ergenekon-PKK” bağlantısı noktasında delil elde etmek amacıyla dinlenmiş birisi. Delil toplama sırasında kişilerin “muteber, saygın” kişilikler olmasından  çok suça konu eylemle ilgili “bilgisi ve görgüsü” temel alınır. Dolayısıyla bir terör örgütü hükümlüsü, “saygın bir asker”den daha çok dava dosyasına delil sağlayabilir. İtirafçılar da bu işe yarar zaten. Ama bu çok açık “hukuki gerçek” göz ardı edilip olay “terörist-asker” tartışmasına döndürülüyor. Bu da yargılamada gerçeğin ortaya çıkmasını amaçlamaktan ziyade, tamamen kamuoyuna yönelik bir hareket. 

Yine son 2-3 duruşmaya bakıldığında 400 izleyici girebilen salona bin kişiyi sokmaya çalışmak, baskın girişimleri, yüzlerce tanık dinletme talepleri mahkemenin Ergenekon davasını bitirmesini engellemeye çalışmaya yönelik hamleler olarak görünüyor. Bu tarz fiilî müdahalelerle mahkemenin hür iradesiyle karar verme, takdir hakkı baskı altına alınmış oluyor.

Salı, Şubat 19, 2013

[Haber Analiz] CHP'li vekillerden mahkemeye kaba kuvvetle baskı çabası (Zaman-19.2.2013)



Son zamanlarda Ergenekon duruşmalarının en gözde isimleri CHP milletvekilleri. Eylemlerin ön sıralarında, mahkemede, avukat sandalyelerinde hep onlar var.

Mahkemede jandarmayı fırçalayıp tehdit ediyorlar. Dışarıda ise göstericilerin önüne geçip barikat yıkma eylemi yapıyorlar. TBMM’de milleti temsil etmek yerine, Silivri’de “barikat yıkmacılık” oynayan milletvekillerinin asıl amacı ne? İlginçtir, mahkemeye tepki gösteren, göstericilerin önüne geçip barikatlara saldıran hep “hukukçu” kimliği olan CHP milletvekilleri.


                                      
Dünkü duruşmaya da 25 kadar CHP milletvekili katıldı. Sabah saatlerinde mahkeme salonunda gazetecilere ayrılan bölümün en önüne sıralanan milletvekillerinin bir kısmı ise dışarıda göstericilerin arasına katılarak farklı bir yol izlediler. CHP İstanbul Milletvekili ve avukat Mahmut Tanal, kalabalığın önüne geçip güvenlik amaçlı konulan barikatların üstüne çıktı. Tanal, demir barikatın üzerine çıkarken yere düşünce de kalabalık ile jandarma arasında arbede yaşandı. Bir milletvekili, güvenlikten sorumlu binbaşının yakasına yapıştı, bu sırada CHP’li Umut Oran ve bazı milletvekilleri de oradaydı. 13 Aralık 2012’den sonra ikinci kez bu şekilde arbede yaşanması, alınan yüksek güvenlik önlemlerinin de haklılığını ortaya çıkardı. Çünkü, 13 Aralık 2012’de destek amacıyla Silivri’ye gelen gruplar, mahkeme salonunun hemen önüne kadar girmişti. Grup, duruşma sürerken bina önündeki bariyerleri yıkıp, jandarmaları yaralamıştı.

 750 kişilik mahkeme salonuna, avukat ve gazeteciler dışında 400 civarında izleyici girebiliyor sadece. Arbedeye neden olanlar zaten içeri alınması mümkün olmayanlar. Ama bu gerçeği göz ardı edip kaba kuvvetle mahkeme kapısına dayanmak isteyen gruplar var. Dünkü 276’ncı duruşmada da aynısı yaşandı. Mahkeme binasına 100 metre uzaklıkta barikatlar kurulmasına rağmen. Milletvekili oldukları için zaten duruşmaya girmekte sorun yaşamayan CHP’liler göstericilerin önüne geçip bariyerlere saldırdı. Bu gelişmeler güvenlik önleminin biraz daha artırılmasına neden oldu.

Dışarıdaki provokasyonların yanında mahkeme salonuna da CHP’li milletvekillerinin hareketleri damgasını vurdu. CHP İstanbul Milletvekili ve eski savcı Ali Özgündüz, duruşma başlamadan önce salonda gazetecilere ayrılan yerin önüne geldi. Buradan karşı tarafa, avukatların bölümüne geçmek istedi. Mahkeme salonunun bu bölümü normalde kapalı, kimse geçemiyor. Milletvekilinin salonun dışına çıkıp diğer bölüme geçmesi gerekiyordu. Ancak CHP’li Özgündüz, sanıklara ait bölümden geçmek isteyince duruşma salonunun düzenini sağlayan jandarma görevlileri tarafından uyarıldı. Bunun üzerine Özgündüz, “Bırak lan beni, ben milletvekiliyim, sen karışamazsın benim nereye oturacağıma. Kimse karışamaz bana. Bu antidemokratik uygulamaların hesabı sorulacak.” diye jandarma görevlilerine tehdit ve hakaretlerde bulundu. Jandarma görevlisi de, “Bize lan diyemezsiniz” diye milletvekiline cevap verdi. Ama Özgündüz bağırmaya devam etti. Diğer CHP’lilerin araya girmesi ile Özgündüz basın bölümüne geçip oturdu.

Yürüyen davanın hukukî süreci, bütün bu arbede ve tartışmalarla gözden kaçırılmak isteniyor. Esas hakkındaki mütalaanın gecikmesi de bu taktiği besliyor. Mahkeme, esas hakkında mütalaanın verilmesi beklenen dünkü duruşmada dosyaya yeni delillerin geldiği ve bunların inceleneceği gerekçesiyle davayı 3 hafta sonraya erteledi. Esas hakkındaki mütalaa da bu tarihten sonraya kaldı. Ancak CHP’li milletvekillerinin her duruşmada dozunu artırdıkları gerginlik taktiğinde artık iş çığırından çıkmışa benziyor. Mahkemenin duruşma güvenliği, mahkeme heyeti kadar, sanıkların, avukatların, milleti Meclis’te temsil eden milletvekillerinin de uyması gereken asgari hukuk kuralı. Bu kuralı ilk ihlal edenlerin milletvekilleri olması ise hayli düşündürücü. Buna uyulmaması ve mahkemeyi işlemez hale getirmenin adını koymak ise zor.


http://zaman.com.tr/gundem_haber-izlenim-chpli-vekilden-jandarmaya-birak-lan_2055502.html

Cuma, Şubat 15, 2013

Balyoz kararından sonra mahkeme salonundaki saldırıya dair..(arşiv)


Karar açıklanınca Zaman muhabirine saldırdılar! (21.9.2012-internethaber sitesi)

Balyoz Davası'nı izlemek için Zaman gazetesi adına mahkeme salonunda bulunan gazeteci Büşra Erdal kararın açıklanmasının ardından sanık yakınınlarının saldırısına uğradığını twitter'dan duyurdu.

Büşra Erdal sosyal paylaşım sitesi Twitter'dan;

"Balyoz'da kararın açıklanmasından sonra sanıklar üstümüze saldırdı, ağır küfürler. Üstüme su şişesi atıldı. Korumakla çıktık #balyoz" şeklinde bir tweet attı.
"Su an muhabir arkadasla iyiyiz, haber yazıyoruz.Mahkemedeki saldirida bizim önümüzde kalkan olan avukat ilkay Sezer'e Tesekkurler #balyoz" diyerek de son durumunu takipçilerine duyuran Erdal'ın bu saldırıya maruz kalması davayı takip eden diğer gazetecilerin de tepkisini çekti.
"Su an muhabir arkadasla iyiyiz, haber yazıyoruz.Mahkemedeki saldirida bizim önümüzde kalkan olan avukat ilkay Sezer'e Tesekkurler #balyoz" diyerek de son durumunu takipçilerine duyuran Erdal'ın bu saldırıya maruz kalması davayı takip eden diğer gazetecilerin de tepkisini çekti.



http://www.internethaber.com/mahkeme-karar-balyoz-darbe-davasinin-tam-listesi-huseyin-ersoz-busra-erdal-zaman-462795h.htm

Kanunlara AİHM ayarı...

BÜŞRA ERDAL-ANALİZ
 
Hükümet, ceza yargılaması ve terörle mücadeleye dair kanunların sebep olduğu sorunlu uygulamaları ortadan kaldırmak için yasa çalışmaları yapıyor. Bu çalışmalar da “paket” olarak karşımıza çıkıyor. Önümüzdeki günlerde meclise getirilecek olan 4. Yargı paketi de bunlardan biri. Her değişiklik öncesi olduğu gibi yine paketin getirdiği “somut” yeniliklerle birlikte bir de daha çok “temennileri” konu alan haberler yapılıyor. 4. Yargı paketinin, Ergenekon ve Balyoz ve KCK davaları sanıklarının tahliyelerini içerecek düzenleme olduğu söyleniyor. Halbuki Adalet Bakanlığının yaptığı açıklamalarda bu şekilde bir sonuç çıkmıyor. Çünkü bu davaların sanıklarının yargılandığı suç maddeleri paketin konusu değil.

Şimdiye kadar ortaya çıkan bilgiler ve açıklamalara göre, 4. Yargı paketin ana konusu “düşünce ve ifade özgürlüğü”. Burada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi(AİHM)’in kararları ve yaklaşımlarına göre adım atılıyor. Mahkemelerin bazen “özgürlükçü” bazen de “suç” olarak tanımladığı eylemler için yasal dayanak getiriliyor.

Terörle Mücadele Kanunu(TMK)’nun 6 ve 7’inci maddesiyle ilgili “terör propagandası”suçu kaldırılmıyor ama “cebir ve şiddet eylemlerini övmeden” yapılan açıklamalar suç olmaktan çıkıyor. Yine aynı şekilde TCK’nın “suçu ve suçluyu övme” başlıklı 215’inci maddesinin de bu yönde değişikliğe uğrayacağı belirtiliyor. Bu değişikliğin anlaşılabileceği en iyi örnek de “sayın Öcalan” ifadesi. Yıllardır bu ifadeyi kullanmaktan yargılanan siyasetçiler olmuştu.Ancak zaten Yargıtay 9.Ceza Dairesi Mayıs 2012’de KCK davası sanığı Hatip Dicle ve BDP'li Selim Sadak'a “Sayın Öcalan” tabirinden dolayı açılan davada bu ifadenin suç olmadığını içtihat haline getirmişti. Yargıtay, bu sözlerin ifade özgürlüğünü düzenleyen, “Anayasa'nın 26, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına ilişkin Sözleşme'nin 10. maddesi kapsamında” olduğunu ifade etmişti. Ancak geçmişe bakıldığında  Adalet Bakanlığı 2008 yılında bir soru önergesine verdiği cevapta, 7 bin 887 kişinin "sayın" dedikleri için yargılandığını açıklamıştı. 2006-2007 yıllarında ise bu suçtan 949 kişi ceza almıştı. Dolayısıyla, 4. Yargı Paketi deYagıtay’ın bu içtihadının kanuni dayanağı haline  gelecek. Üniversite öğrencilerinin sadece “pankart” asma gibi suçlardan tutuklanmaları da tarihe karışan uygulamalardan olacak. Kanuna göre, açıklama, bildiri basma, yayınlama, pankart açmanın “terör propagandası” olup olmadığını yine şartlarına, “cebir ve şiddet” unsuru olmasına göre yargı mensupları tespit edecek.

Pakette ayrıca, halkı askerlikten soğutma suçunun hapis cezası kaldırılacak. Bu da tamamen “düşünce ve ifade özgürlüğü” içinde olan bir düzenleme. İşkence suçunda zamanaşımının işlemeyeceği düzenlemesi getirilecek. Sonuç olarak, paketin içeriğine göre, “darbe teşebbüsü, terör örgütü yöneticiliği ve üyeliği” gibi suçlardan yargılanan Ergenekon ve Balyoz sanıklarını ilgilendiren boyut yok. KCK davasında da sınırlı sayıda sanığı etkiliyor. Zaten Ergenekon ve Balyoz davası sanıklarını etkileyebilecek en önemli adım 3. Yargı paketiyle atılmıştı. “Denetimli serbestlik” uygulamasında üst hapis sınırı kaldırılmıştı ve tahliye hakimlerin takdirine bırakılmıştı. Hala da bu yasal kural geçerli. Yani sadece bu paket “teknik” olarak büyük rakamlarda tahliye getirmiyor. Bu yönde kamuoyunda algı oluşturmak da hatalı bir yaklaşım.

Pazar, Şubat 10, 2013

Baro, demokrasi kahramanlığı peşinde (09.02.2013-Zaman Gazetesi)






[HABER YORUM] DENİZ AYDIN

İstanbul Barosu, 6 Nisan 2012’de Silivri’de görülen Balyoz davasının duruşmasını basarak tarihinde eşi bulunmayan bir etkinliğe imza attı. Yargılama sürerken mahkemeye karşı bildiri okudu.
Bunun üzerine Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı da, Baro Başkanı Ümit Kocasakal ve 9 yönetim kurulu üyesi hakkında, “yargı görevini yapanı engelleme ve etkilemeye çalışmak” suçundan  iddianame hazırladı. Baro yönetimi hakkında 2 yıldan 4 yıla kadar hapis istendiği için, Avukatlık Kanunu’na göre, mevcut görevleri düşüyor. Beyoğlu İlçe Seçim Kurulu’nun Ekim 2012’deki seçimde ikinci olan Hukukun Üstünlüğü Platformu’ndan 8 üyeyi baroya bildirmesi ve yeni gelen üyelerin de bundan sonraki süreci belirlemesi gerekiyor.

 Baro, tahmin edilebileceği gibi, kanun gereklerini yerine getirmiyor ve bu durumu ‘anti demokratik’ bilinen kimliğinden “demokrasi kahramanı” çıkarma sürecine dönüştürmeyi amaçlıyor. Ama bu süreç, Baro için kamuoyu nezdinde kendini aklama işlevi göremez çünkü tarihindeki adaletsizlik ve hukuksuzluk girişimi o kadar çok ki, ona yetmez.

Aynı grubun başkanlık yaptığı Baro, 2004’te Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki başörtüsü davasında devletin yanında müdahil oldu. 2009’a gelindiğinde Ergenekon davası sanıkları askerler için mahkemelere tahliye dilekçesi verdi. Bir gün bile avukat hakkı için eylem yapmayan yönetim, Ergenekon soruşturmasında dinlenen hakimler için Taksim’de yürüyüş yaptı. Bir sonraki aşamada ise Balyoz davasında olduğu gibi doğrudan mahkeme salonlarını bastı, bildiri okudu. Sorgu aşamasında sahip çıkmadığı KCK davası sanığı avukatlara şimdi sahip çıkıyor, DHKP-C soruşturması şüphelisi avukatların yanından ayrılmıyor. 

Bütün bunlara baktığımızda baronun eylemlerinin, darbe davalarına, darbe karşıtlarına karşı gücünü artırmak için tabanını genişletmeye yönelik  olduğu anlaşılıyor. Son basın açıklaması da bu düşünceyi çok net deşifre ediyor. Yönetim, iktidarın kendilerini sindirmeyi amaçladığını, mağdur olduklarını söylerken bile Danıştay’ın avukatlara başörtüsü serbestliği verdiği kararını eleştiriyor. Kadın avukatların bu en temel hakkına karşılık  Baro, “Vermiş olduğu kararda, yargının kurucu unsuru olan avukatlık mesleğini “serbest meslek” olarak tanımlayarak bu itibarsızlaştırma çabaları içinde yerini almıştır.” diyor Danıştay için. Yani Baro’nun hak ve hukuk açısından durduğu yer hâlâ aynı.

Baro, kanuna karşı direnme kararı alıp yönetimi bırakmayacağını açıkladı ve olağanüstü genel kurul kararı aldı. Olağanüstü Genel Kurul, baroyla ilgili herhangi bir yönetim değişikliğine neden olmuyor. Ama baronun kanuni düzenlemeye göre görevi bırakmaları gerçeğini kabul ettiğini ama bunu uygulamadığını gösteriyor. 11 Şubat 2013 Pazartesi günü Hukukun Üstünlüğü grubu da bu konuda açıklama yapacak. İlçe seçim kurulunun atacağı adımlar da baro yönetimi için bundan sonraki süreci belirleyecek.

Salı, Şubat 05, 2013

'Baro düştü' iddiası: İstanbul Barosu’nda 'yönetim' muamması



                              


















DENİZ AYDIN

(05.02.2013-Zaman Gazetesi)


Yargıya müdahale ettikleri gerekçesiyle haklarında 4 yıla kadar hapis istemiyle dava açılan Başkan Ümit Kocasakal ve 8 avukatın İstanbul Barosu yönetimine ilişkin  görevlerinin düşeceği iddia ediliyor.

Avukatlık Kanunu’na göre, 2 yıldan fazla hapis cezası istenen iddianamenin sanıklara tebliğ edilmesiyle birlikte baro başkanlığı ve yönetim kurulu üyeliği otomatik olarak düşüyor. Bu durumda, baro seçiminde ikinci olan Hukukun Üstünlüğü Platformu’nun en fazla oy alan 8 adayı baro yönetim kuruluna gelecek.

İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal’ın da aralarında bulunduğu 10 avukat, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Balyoz darbe planı davasının 6 Nisan 2012 tarihili duruşmasında yargılama yapılırken salona girmişti. 10 avukat, mahkemeyi protesto etmek amacıyla sanık avukatlarının bulunduğu bölüme gelerek izinsiz açıklama yapmıştı. Bunun üzerine Ümit Kocasakal ile 9 avukat hakkında, ‘yargı görevini yapanı engellemeye teşebbüs’ suçundan 2 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılmıştı.

Silivri 2. Asliye Ceza Mah-kemesi’nde önümüzdeki günlerde başlayacak yargılama öncesi ilginç bir gelişme oldu. Avukatlık Kanunu’na göre, açılan bu davanın, baro başkanlık ve yönetim kurulu üyeliğini engellediği iddia ediliyor. Avukatlık Kanunu’nun 90’ıncı maddesine göre, “haklarında avukatlığa engel bir suçtan dolayı son soruşturma açılmasına karar verilmiş” avukatların baro başkanı ve yönetim kurulu üyesi olamayacağı düzenleniyor. Burada, “avukatlığa engel suçlar”ın kapsamını da aynı kanunun “Avukatlığa kabulde engeller” başlıklı 5’inci maddesinde “kasten işlenen bir suçtan dolayı iki yıldan fazla süreyle hapis cezasına mahkûm olmak” deniyor. Burada belirtildiği şekilde “mahkûm olmak” avukatlığa engel oluyor. Bu düzenleme Avukatlık Kanunu 90’ıncı madde ile bir arada değerlendirildiğinde 2 yıldan fazla hapis cezası istemiyle dava açıldığı için yönetim kurulu üyeliği ve başkanlık görevini düşürüyor.  Avukatlık Kanunu madde 92’ye göre de, seçim dönemi bitmeden önce ayrılan yönetim kurulu üyesinin yeri, en çok oy almış yedek üye ile doldurulması gerekiyor.

Kanuna göre haklarında dava açılan İstanbul Barosu Başkanı Kocasakal ve 8 yönetim kurulu üyesinin üyelikleri düşmesi halinde Ekim 2012’de yapılan baro başkanlığı seçiminde 4 bin 700 oyla ikinci olan Hukukun Üstünlüğü Platformu’ndan 8 üyenin, boşalan üyelikleri doldurması bekleniyor. Yeni oluşan yönetim kurulunun da kendi aralarından bir başkan vekili seçmesi gerekiyor. İstanbul Barosu’nun, yeni gelişme karşısında görevi bırakmayıp direnme kararı aldığı iddia ediliyor. Ancak bu durumda baro yönetiminin aldığı kararlar, yaptığı işlemler geçersiz olacak.