Salı, Ekim 02, 2012

Balyozcuların savunma hataları batıyor

Balyozcuların savunma hataları batıyor

Balyozcuların savunma hataları batıyor- 1 Ekim 2012 / BÜŞRA ERDAL (AKSİYON DERGİSİ)

Balyoz davası, Türkiye’nin sivil mahkemede mahkûmiyetle sonuçlanan ilk darbe davası oldu. Ancak dava sürecinde süren tartışmalar kararın ardından da devam etti. Dava Yargıtay aşamasında olmasına rağmen mahkemenin kararı aleyhinde âdeta propaganda başlatıldı. Yargılamanın son 5 ayında mahkemeyi protesto ederek duruşmalara girmeyen, dolayısıyla sanıkları savunma hakkından mahrum bırakan avukatlar televizyon kanallarını dolaşarak başından beri dillendirdikleri iddiaları tekrarlıyor. Oysa aynı iddialar mahkemede de ifade edilmiş, fakat hem yargıçlar hem de kamuoyu nezdinde inandırıcı bulunmamıştı. Bazı gazete ve televizyonlar ise sanık yakınlarının acılı durumunu gündemde tutarak meseleye duygusal bir boyut kazandırmaya, bunun üzerinden kararın haksız olduğu kanısını oluşturmaya çalışıyor. Dolayısıyla ceza alan bazı üst düzey komutanların eş ve çocukları da bizzat tartışmalara dâhil ediliyor. Ancak bu kişilerin konuşması ilginç sonuçlara sebebiyet veriyor. Mesela karar aleyhinde konuşanların en çok gündemde tuttuğu konulardan biri darbeyi engellediği söylenen emekli Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve emekli Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın mahkemede tanık olarak dinlenmemesiydi. Hem Özkök hem de Yalman basına kararla ilgili açıklamalar yaptı. Her ikisinin değerlendirmeleri karar aleyhinde olmayınca bu kez komutan eşlerinden farklı bir tepki geldi: “Artık sussunlar!” Bu arada Aytaç Yalman, Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya’ya darbeyi Özkök’ün değil kendisinin engellediğini açıkladı. CNN Türk’te konuşan emekli Koramiral Atilla Kıyat ise Özkök ve Yalman hakkında sert ifadeler kullandı. Her iki komutanın da artık orduda sevilmediğini iddia eden Kıyat, susmaları çağrısında bulundu. Seviyesi düşürülse de tartışmaların devam etmesi normal. Ancak kamuoyunun zihnini bulundurmak amacıyla ortaya atılan iddialara açıklık getirmek gerekiyor. İşte o temelsiz iddialardan bazıları: SEMİNER SUÇ MUYDU, DEĞİL MİYDİ? Davayla ilgili en gereksiz tartışmalardan biri bu. Daha iddianamenin başında, sanıkların kimlik bilgisinden sonra yazılı delil listesi var ve bunların arasında seminerin ses kayıtları da sayılmış. Seminer ses kayıtları suç delili. Bu kesin. Ama burada şunu ayırmak gerekiyor; seminer Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın (KKK) görevlendirmesiyle yapılıyor. Bir yıl önceden planlanmış seminer kapsamında Yunanistan’a karşı ‘Egemen Harekat Planı’ işlenmesi gerekiyor. Ama 1. Ordu, bunun yanında iç tehdide yönelik ‘Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo’yu (OEYTS) işliyor. Yani normal şartlarda seminer bir rutin çalışma, OEYTS değil. Çetin Doğan, alt birimlere, 12 Aralık 2002’de OEYTS hazırlanması talimatı veriyor. OEYTS, ‘alternatif plan’ olarak hazırlanmaya başlanıyor. Zaten önceden belli olan 1. Ordu Komutanlığı semineri, darbe planının şemsiyesi oluyor. Altta gerçek plan, üstte göstermelik seminer. Bu açıdan Balyoz darbe planı iddianamesine göre ‘Seminer yapmak’ başlı başına suç konusu değil. Ama seminer içeriğinde konuşulanlar suça konu eylemin parçası. Aslında ‘Harp oyunu’ oynanması için KKK tarafından bir talimat verilmiş; ama gerçek kişiler ve yerler konuşularak (örtülü) darbe görüşülmüş. Seminere 162 asker katıldı. Bunlardan 15’i gözlemci. 162 askerden yaklaşık 50’si sanık olarak iddianamede yer aldı. Bu da seminere katılmanın değil, cunta faaliyetinde iradi olarak görev almanın suç sayıldığı anlamına geliyor. AYTAÇ YALMAN’IN BALYOZ PLANINDAKİ ROLÜ NE? DARBEYİ ENGELLEDİ Mİ? Kara Kuvvetleri Komutanlığı (KKK), seminerde dış tehdit konusunun işlenmesi talimatını veriyor. 1. Ordu, buna direnerek ‘iç tehdit’ konusunu gündemde tutuyor. Bu durum yazışmalara da yansıyor. KK Komutanı Yalman, 3 Ocak 2003’te “OEYTS’yi yapmayın.” diye emir veriyor. Ancak 1. Ordu seminere OEYTS’yi dâhil edeceğini bildiriyor. Bunun üzerine Yalman’dan dönüş olmuyor. Çetin Doğan, alt birliklere, OEYTS’ye yönelik alternatif harekat planı hazırlanması talimatı veriyor. Ama seminerle ilgili 17 Ocak 2003’te KKK’ya geçilen bilgilendirmede OEYTS’den bahsedilmiyor. Dolayısıyla darbenin konu olduğu iç tehdit konuşulmasına onay vermemek, Balyoz cuntasının faaliyetini fiilî olarak engellemeye çalışmak anlamına geliyor. Diğer yandan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı ve Balyoz davası hükümlüsü Özden Örnek’in günlüklerine bakılırsa Yalman, demokrat düşünceye sahip değil. Hükümete muhtıra verilmesini bile öneriyor. Ama demokrat olmaması, bir darbe planını engellemesine mâni değil. Hukuk tekniğinde, suça elverişli eylemleri engellemede irade gösterilmişse, iradenin arkasındaki niyet sorgulanmaz. Yani, Yalman’ı, ‘Çok demokrat’ diye kutlamak ne kadar yersizse, darbeyi engellemede rolünün olmadığını ifade etmek de haksızlık olur. ‘SAHTE DİJİTAL DELİLLER’ İDDİASI NE KADAR GERÇEK? Balyoz davasıyla ilgili, ortalıkta dolaşan bir ‘sahte dijital delil’ iddiası var. Bu iddia ilk olarak 11 Mart ve 26 Mart 2010 tarihli askerî bilirkişi raporlarında ortaya atılıyor. Balyoz iddianamesinde 7 bilirkişi raporu var, bunlardan 4’ü askerî savcılıkça alınmış ve askerî bilirkişiler hazırlamış. 2’si TÜBİTAK biri de Emniyet’e ait. Askerî bilirkişilerin ‘sahtecilik’ iddiası karşısında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 2. kez TÜBİTAK’a yazı yazıp bu iddiaları incelemesini istiyor. TÜBİTAK, hazırladığı ikinci raporunda sahtecilik iddiasını doğrulamıyor. Yani, mahkeme aşamasında bu konuda TÜBİTAK’tan tekrar rapor alınması talebinin dayanaksız olduğu iddianameden açıkça anlaşılıyor. Zaten avukatların ileri sürdüğü iddialar daha hazırlık soruşturması kapsamında TÜBİTAK’a sorulmuş ve cevabı alınmış. TÜBİTAK, CD’lerdeki üst verilerin ve yazılımların 2002-2003 yıllarında kullanılanlara uyumlu olduğunu tespit ediyor. Bunun dışında, Balyoz planının bulunduğu CD’lerin tek oturumda kaydedildiğini ama sonradan oluşturulduğunda bilgisayarın saatinin geri alınarak da hazırlanmasının mümkün olduğunu bildiriyor. En büyük sorun, bu CD’lerin oluşturulduğu bilgisayarların elde olmaması. Eğer olsa, oradan daha net sonuç çıkacak. Ama Balyoz planı eklerinden anlaşıldığı üzere planı hazırlayanlara bilgisayarda iz bırakılmaması, silinmesi talimatı veriliyor. ‘Sahte dijital delil’ iddiasını boşa düşüren olaylardan biri de 6 Aralık 2010’da Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Karşı Koyma biriminin zemininde çıkan 1 No’lu CD. Bu CD’de Balyoz planının kopyası var. Karşı istihbarat veya kontrespiyonaj; istihbarat teşkilatı tarafından yapılan hasım ve düşman haber alma teşkilatlarının kendilerine karşı bilgi toplama ve elde etmelerini önleme faaliyetleri anlamına geliyor. Dolayısıyla, Balyoz semineri ve eklerinin ele geçirilme ihtimaline karşılık bu birimde bir faaliyet yapılmış olması imkân dâhilinde. ‘Sahtecilik’ iddialarına bir de bu açıdan bakmak lazım. ASKERÎ BİLİRKİŞİ DE ‘SEMİNER SES KAYITLARINA GÖRE DARBE PLANI’ DEDİ 1. Ordu Askerî Savcılığı’nın soruşturması kapsamında Binbaşı Ahmet Erdoğan’ın Şubat 2010’da hazırladığı rapor askerî açıdan Balyoz planına bakışı anlatıyor. Raporda, dokümanların gerçek olması hâlinde, bazı siyasetçilerin fotoğraflarının kullanılması ve seminer ses kayıtlarında da silahlı kuvvetlerin yetki alanı dışına çıkan konuşmalara rastlanılması nedeniyle darbe planı olduğu söyleniyor. Raporun sonunda da ilginç başka bir tespit var: “Evrak ve bilgi güvenliği kapsamında yazılı olarak yeterli tedbir alınmasına rağmen uygulamada aksaklıkların yaşandığının açık olduğu ve karargâh dışına çıkarılan belgelerin bütünlük arz etmesi nedeniyle belgelerin başlangıçtan itibaren bilinçli ve uzun döneme yayılarak kaçırılmış olabileceğinin tespit edildiği belirtilmiştir.” Yani, bilirkişi 19 CD’deki Balyoz delillerinin bir bütün olduğunu söylüyor. Bu açıdan sahtecilik iddialarına büyük bir darbe vuruluyor. YARGILAMA ADİL MİYDİ? DELİLLER TAM TOPLANDI MI? En çok tartışılan konuların başında adil yargılama yapılıp yapılmadığı geliyor. Bu durum teknik hukuk anlamında en kolay açıklanabilecek konu. Mahkeme, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda (CMK) belirtilen usullere göre yargılama yapıyor. CMK’ya göre, sanıklara, avukatlarına savunma hakkı verildi, duruşmaya getirdikleri tanıkların, bilirkişilerin büyük kısmını dinledi. Ama bir süre sonra aynı konuyu anlatması için daha çok bilirkişi getirilmek istenince, mahkeme ‘usul ekonomisi ve yargılamaya faydası olmayacağı’ gerekçesiyle bu talepleri reddetti. Tanık olarak, Aytaç Yalman ve Hilmi Özkök’ün dinlenmesi istendi. Özkök’ün dava sırasında ve sonrasındaki açıklamaları ortada. Özkök, sanıkların seminerde amacı aştığını, yargılamanın da hukuki olduğunu, gelinen noktada herkesin ders alması gerektiğini söylüyor. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yalman ise, net bir ifadeyle “Darbeyi ben önledim.” diyor. Belli ki, ‘mahkeme, istediğimiz tanıkları dinlemiyor’ kampanyası ile yargılamaya gölge düşürülmek isteniyor. Delil değerlendirmesi konusu da en çok dile getirilen argümanlardan. Bu, mahkeme heyetinin dâhil olduğu bir süreç değil. Sanıklar delilleri çürütmeye çalışır savcı da buna cevap verir. Mahkeme, delillere ilişkin hükmünü sonuçta belirler. Hükümden önce söylerse ‘ihsas-ı rey’ olur. Zaten yargılamada, mahkeme heyeti “Delillere ilişkin konuşun.” dediği hâlde, sanıklar bu süreci karambole getirdi. Aslında delil tartışması denilen şey, ‘savunma, çapraz sorgu’ bütünü. Burada tüm delillere cevap veriliyor. Savcı ve mahkeme heyeti soru soruyor. Bunların hepsi tutanaklarda mevcut. 7 ayrı bilirkişi raporuna rağmen sanıkların TÜBİTAK’tan rapor istemesi de yersiz. Yargılamaya baştan sona bakıldığında, ortalama olarak CMK’nın bütün gereklerinin yerine getirildiği görülüyor. HAPİS CEZALARI NEYE GÖRE VERİLDİ? İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan 3 ayrı Balyoz iddianamesinde yasaya göre, ‘darbeye eksik teşebbüs’ten 15 ile 20 yıl arası hapis cezası istendi. Mahkeme de, bu rakamlar arasında ceza verdi. Balyoz planında ‘Sıkıyönetim komutanı’ olarak adı geçen Çetin Doğan, Suga’nın başındaki Özden Örnek ve Oraj’ın başındaki Halil İbrahim Fırtına üst sınırdan ceza aldı. Daha sonra seminerde sunum yapan ve o sırada planın icra edilmesi için idare bölümünde olan general ve albaylardan oluşan 79 sanığa ikinci dereceden 18 yıl ve son olarak uygulayıcı ve çoğu albay olan sanıklara 16 yıl hapis cezası verildi. 216 sanığa da yasada belirtilen alt sınıra yakın ceza verdi. Mahkeme cezalandırma yoluna giderken dayandığı hukuki gerekçeyi şöyle açıkladı: “Elverişli vasıtalarla icraya başlandı, konumları darbe yapmaya elverişli idi ve her türlü imkan vardı ancak ellerinde olmayan nedenlerle darbeyi yapamadılar.” Darbe suçu gerçekleştiğinde çok ağır neticelere sebep vereceği, sanıkların bundan pişman olmadığı için mahkemenin üst sınırı baz aldığı anlaşılıyor. Bir de mahkeme 325 sanıktan sadece 29’una iyi hâl indirimi yaptı. Bunda da, sanıklar ve avukatların mahkemeye yönelik hakaretleri, hukuka aykırı protestolarının etkili olduğu düşünülebilir. Cezalandırmada, ‘hiyerarşi’ konusunun dikkate alınmadığı, albayla generalin aynı cezaya çarptırıldığı eleştirisi de yersiz. Çünkü, dava dosyasındaki delillere göre, 27 Mayıs’taki gibi belirli görevlendirme yapılan ve bunu kabul eden subaylardan oluşan cunta var. 12 Eylül gibi hiyerarşik bir darbe değil. Bu nedenle sanıklar rütbeye göre değil, cuntadaki rollerine göre ceza aldı. SUÇUN HUKUKİ NİTELİĞİ TARTIŞMALI MI? Ortaya atılan bir başka iddia, Balyoz sanıklarının eylemlerinin ‘hazırlık aşaması’ mı yoksa ‘eksik teşebbüs’ mü olduğu. İddianamede bu konu ayrıntılı değerlendirmeye tabi tutulmuş. Eski TCK 147’ye uygulanan teşebbüs maddesi ile yeni TCK’nın 312’nci maddesi karşılaştırılmış. 1889 yılında İtalyan Ceza Kanunu’nda ilk kez düzenlenen 147’nci maddenin sanıkların lehine olduğuna hükmedilmiş. Bunun yanında, ‘darbe teşebbüsü’ suçu mu ‘suç için anlaşma’ mı olduğu incelenmiş. Teşebbüs aşaması için ‘cebir ve şiddet’ şartları var. Bazı hukukçular, burada cebir olup olmadığının Yargıtay tarafından inceleneceğini belirtiyor ve soru işareti koyuyor. İddianamede ‘maddi ve manevi cebir’ ayrımına dikkat çekilmiş: “Cebirden maksat failin maksadını sağlamak üzere hukuk dışı, meşru olmayan vasıtaların kullanılmış olmasıdır. Bu vasıtalar maddi cebir, manevi cebir, baskı, tehdit, hile ve benzeri şekillerde olabilmektedir.” İddianamede önemli sayıda TSK mensubunun, astlarıyla beraber bir plan yapması ve hazırlıklarını fişlemeler, atılacaklar, alınacaklar, tutuklanacaklar şeklinde sürdürmesinin, soruşturma konusu suçların icrai hareketlerinin başlaması için yeterli olduğu değerlendiriliyor. Aksi takdirde kanun koyucunun bu suçlarda elde etmek istediği hukuki yarar ile varılan sonuç arasında bir tutarsızlık olacağı, suçun icrai hareketlerinin başladığı, dolayısıyla teşebbüs aşamasının gerçekleştiği kanaatine varıldığı ifade ediliyor.