Perşembe, Ocak 21, 2016

Toplumun metal yorgunluğu

Toplumun metal yorgunluğu (4.01.2016)

“Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” diyen Yunan filozof Heraklitos, bu sözü söylerken Türkiye'den haberdar değildi pek tabii.
 
Heraklitos, 21'inci yüzyıl Türkiye'sine şahit olsaydı, değişmeyen tek şeyin değişim değil bu ülke olduğuna kanaat getirirdi. Türkiye Cumhuriyeti, 92 yıllık kısa tarihine pek çeşitli darbeler, türlü muhtıralar sığdırdı ama bir demokrasiyi sığdıramadı. 2002-2010 yılları arasındaki kısa bir demokrasi sanrısından sonra sivil iktidar darbesiyle en anti-demokrat haline, aslına rücu etti. Öyle ki rejimin baş ‘kırıcı' unsuru yargı, 1920 ruhuna döndü. İstiklal Mahkemeleri, 1960'ta Yassıada mahkemesi hüviyetine bürünürken bugün de sulh ceza hakimlikleri maskesiyle hortlatıldı. Hatta sulh ceza hakimliklerinin temelinin 2012'de kurulan ‘Özgürlük hakimleri' olduğunu hatırlatırsak ‘İstiklal Mahkemelerinden özgürlük hakimlerine' bu devletin, vatandaşına yaptığı ironiyi es geçmemiş oluruz.
Değişmeyenden bahsetmişken 28 Şubat'ta brifing alan yüksek yargı mensuplarından partili hakimlere, yargıya ‘gizli' ibareli talimatlar veren Çevik Bir paşadan, yargıya ‘gizli' ibareli talimatlar gönderen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a geçiş de bu devlette iktidar zihniyetinin hiç değişmediğinin göstergesi. Kürt meselesinde ise 90'lı yıllarda yakılan köyleri terk edenlerden bugün yıkılan şehirleri terk edenlere…
Yorucu bir değişmeme hali bu ülkenin kendisi. Bu devletin, kısacık tarihine zıt toplum üzerinde oluşturduğu ağır bir yorgunluk var. Kimsenin değişime mecali yok, muhalefet partilerinin bile. 92 yıldır kendini tekrar eden baskı düzeni. Ama ilk kez bu kadar derin bir yorgunluk çöktü toplumun üstüne. Şehitleriyle bu ülkenin dört bir yanından ve yurdunu, hayatını kaybeden insanlarıyla doğudan hissedilen ağır bir metal yorgunluğu var.

Gezi'den, ne darbe ne de örgüt çıktı

AKP hükümetinin 2011'den sonraki baskıcı uygulamaları, 2013 yılında ilk kez ülke çapında toplumsal bir muhalefet ile karşılaştı ve Gezi eylemleri ortaya çıktı. AKP, sokaktan gelen bu muhalefeti bastırmak için önce sert bir polis müdahalesinde bulundu akabinde de ‘darbe teşebbüsü' soruşturmaları başlattı. Gezi eylemleri için ‘darbe teşebbüsü' denilmesi, bu hükümetin sivil muhalefete yönelik ilk ‘darbeci' yaftasıydı. Ancak Gezi'ye açılan ‘darbe teşebbüsü ve terör örgütü' davaları 2 yıl sonunda beraatle sonuçlandı. AKP hükümeti, daha sonra 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarından kurtulmak için de aynı yolu seçti. Önce yolsuzluk soruşturmalarını yapan yargı mensupları ve polislere ‘darbeci' denildi, ardından ‘paralel' yaftasıyla cadı avı başlatıldı. Gezi'den sonra ikinci sivil halka yönelik ‘darbeci ve örgüt' suçlamalarının hedefi Hizmet Hareketi oldu. Dolayısıyla aynı Gezi'de olduğu gibi Cemaat yargılamalarından da ‘darbe ve örgüt' çıkmayacak.

25 Aralık iddianamesinin savcısı Binali Yıldırım mı?

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, 25 Aralık iddianamesiyle ilgili yazdığım “Yolsuzlukları, nefret söylemiyle örtme girişimi (6.10.2015)” başlıklı yorumuma erişim yasağı koydurmuş. Yorumda, savcının kurgu ‘darbe teşebbüsü' iddianamesindeki hukuk dilinden uzak üslubu, nefret dili eleştiriliyordu. Ama erişim yasağı koyduran Haberleşme Bakanı Yıldırım. Yoksa kurgu iddianameyi yazan savcı Uçar değil de Binali Yıldırım' mı?

https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=472620914189548648#editor/target=post;postID=6225376435943643487