Çarşamba, Mayıs 25, 2011

İnan Kraç'ı ergenekon klasörlerinden tanımak:Kıraç'ın görevi, hem siyasi parti hem de medya dizaynı

İkinci Ergenekon davasının ek klasörlerinde bir belge çok dikkatimi çekmişti. Aydın Doğan gibi büyük bir medya patronu, Sabah-Atv grubunu satın almak istiyor ama bunu Koç Grubu CEO'su İnan Kıraç'ın onayıyla yapıyor. Doğan-Kıraç iş ilişkisi var mı, Kıraç Doğan'ın abisi ya da patronu mu onu bilmiyorum.İnan Kıraç Bilgin'i neden TMSF elinden kurtarmak ister onu da anlamak zor. Ama görünen o ki, Kıraç, hem siyasi parti he de medya dizaynından iyi anlıyor. Ve sanırım işi bu.Ve bence bu belge hakikaten ilginç:


2.Ergenekon dava dosyasında Tuncay Özkan’a ait klasörde, Mart 2007’de Aydın Doğan tarafından Bilgin’e verilen teklif mektubu yer alıyor. Doğan’ın 5 maddelik teklif mektubu; “Sayın İnan Kıraç’ın önünde mutabakata varılacak konular:” şeklinde başlayarak kararlar numaralarla sayılıyor. Dinç Bilgin’e, ailesinin geçimi, içinde bulundukları özel şartlar ve ağır hukuk faturaları nedeniyle her ay 250 bin dolar ödeme yapılacağı belirtiliyor. Doğan’ın bu ödemenin ilk üç ayını peşin olarak vereceği, en kötü şartta bu ödemelerin 8 yıl süreceği dile getiriliyor. Eğer umulan ve hukuka uygun olan gerçekleşir, eski Bilgin Medya Grubu yeniden Bilgin ailesinin yönetimine veya yerli veya yabancı kuruluşların kontrolüne(Dinç Bilgin veya dışında) geçerse, yani gurubun borçları bir kurum tarafından üstlenmesi , Bilgin’in mali rahatlık ve yeterliliğe kavuşması takdirde, ödemelerin kesileceği ifade ediliyor. Bilgin’in yeterli parası olması halinde Doğan’dan aldığı ödemeleri iade edeceği kaydediliyor. Doğan’ın Bilgin’in TMSF’den ibra olması, ceza davalarından kurtulması için gerekli yardımı yapacağı bildiriliyor. Eğer ihale olur ve Doğan’ın içinde olduğu konsorsiyum bu ihaleyi kazanırsa, Bilgin’in kar hisselerinden ödenmek üzere yüzde 15 oranında ortaklık hakkında sahip olacağı ifade ediliyor. Bu konsorsiyumun yönetiminde Bilgin’in görev alınmasına çalışılacağı ifade ediliyor. İhaleyi başka bir kurumun alması halinde ise, Doğan’ın Bilgin’le bir başka bir medya grubu oluşturma veya mevcut medya gruplarında çalışma ortamı yaratmaya gayret gösterileceği belirtiliyor.

İst,02.03.2007 tarihli yazı “Sayın Aydın Doğan, Bana vereceğiniz teklif mektubunu, sizin rızanız haricinde hiçbir şahısa, kuruma(TMSF hariç), basın kuruluşuna vermeyeceğimi, göstermeyeceğimi, kullanmayacağımı beyan ve taahhüt ederim. Saygılarımla Dinç Bilgin” olarak bitiyor.
(bu mektup ikinci Ergenekon ek klasöründe)

Pazartesi, Mayıs 09, 2011

Paris’e Fransız kalmamak…

Paris’e Fransız kalmamak…

Bir şehri seversen, o şehir de seni sever. Şehirler varlık dünyasında bir canlı gibi. Görmek istersen gösterir bütün sırlarını,ayağına serer. Bazı şehirleri görür aşık olursun, bazılarını ise görmeden. Sanırım Paris, ikinci kategoride. Görmeden, tanımadan pek çokları tarafından sevilen şehir. İç güdün kefil olur ve nedense hep de haklı çıkar.

Bir Paris sabahı; peynirli baget ekmek sandviç, kruvasan kahve… Sessiz bir Champ Elysee caddesi… Hele bir de hafta sonuysa sanırım kendi ülkende, kendi şehrinde ve kendi sokağındasın sanki. Öyle durgun ve durulmuşken olanca sessizlik ve kendi halindelik. Yeni açılan kafeler ... ve günaydın ve iyi akşamlar demek pek eğlenceli bu şehirde.

Paris’i keşfetmek için çok çaba gerekmiyor,insan bir adım atarsa şehir ona birkaç adımla geliyor. Kaybolma riski de hiç yok. Azıcık cesaretle atarsan adımları şahane sokaklarda kendini dinlersin,yenilersin… Paris’in eski, senin ise yeni sokağında, caddelerinde. Bütün yollar bir yerde bir metroya çıkar ve metro da senin ineceğin durağa…

Notre Dame'dan başladığın bir yolda birden kendini zenci mahallesinde bulman an meselesi. Ve şaşırırsın zenciler süse ne kadar meraklı adım başı kuaförler,kadınlı erkekli ve hepsi de dolu akşam saatlerinde. “Paris’in çirkini”; ama güzelleşmek için Paris’li kadınlardan geri durmayan zenci kadınlar ve erkekler…Paris’te adaletsizlik renkte değil sadece renk gibi topluma işleyen,belirgin bir yaşam da. Mesela daha hava alanına ilk ayak bastığınızda zencilerin güvenlik görevlisi yapıldığını görürsünüz. Ve bütün Paris’te neredeyse böyledir. İri vücutları ile zenciler ve onların ikinci sınıf halleri…


Her metroya binişte bir müzisyen ya da benzeri çıkar ortaya. Birden klasik bir Fransız şarkıyı kemanla ne kadar güzel çaldığını duyar şaşar kalırsın. Ve metro yolculuğu hiç bitmesin istersin. Ama bir de o sıkıcı yaşlı ve kabiliyetsiz amcanın elindeki işkence aleti olur hemen bir durak sonra inebilmek için can atarsın. Ama metro müzisyenlerinin bir de farklı bir yanı vardır. Az hüzün gösterir kendini o duruşta. Sanki yalnız bir yaşlıdır da sadece birilerine yol arkadaşı olmak için hem çalar hem eğlenir hem de eğlendirmek ister. Paris’in yaşlısı da kendisine benzer.

Bir şehri seversen,kayıtsız şartsız o da seni sever,özel hatıralar verir yıllarca saklaman için. Paris, insanı doğuran bir şehir,yeni farkındalıklar katan. Yeni gözler veren, görmek için,yeni duyu organları,kokular ve duymak için. Fazladan el ve ayak da. Daha çok dolaşır, daha çok güç alırsın ellerinden. Daha güzel görürsün kesinlikle. Paris en çok “görme” şehri. Dokunma ya da koklama değil. Mesafeli ve biraz uzak ve aslında fark ettirmeden biraz da yakın. O soğuk Fransız duruşunun ardında saygı ve aşk dolu kabul etme. Kıstaslarını bilir ve uygularsanız.

Bir şehre saygı duymak gerek,şehrin kişiliğini kabul etmek ve hakkını vermek. Paris kişilikli bir şehir. Orta yaşlı,olgun ve zarif bir kadın. Şık aynı zamanda. Yılların soyluluğu ve zenginliği üstünde ama sanki biraz cepten yemiş de üstüne koymamış eski zaman zengini gibi. Parisliler de, ortaçağ şatosunda yaşayan yeni dünyalılar…

Gündem Balyoz sanıkları taktik değiştirdi ZAMAN

Gündem Balyoz sanıkları taktik değiştirdi ZAMAN