Salı, Eylül 25, 2012

Yazarlar Ekrem Dumanlı Ne gereği vardı? ZAMAN

Yazarlar Ekrem Dumanlı Ne gereği vardı? ZAMAN

Bayramoğlu’nun öfkesi niye? 24 Eylül 2012 / EMİN AKDAĞ (AKSİYON DERGİSİ)

Gazeteci Ali Bayramoğlu, eski yazarımız. Bir süre önce dergiyle yolları ayrıldı. Epeydir Yeni Şafak’ta yazıyor. Demokratlık gömleğini üzerine yakıştıranlardan. Yer yer çizgisiyle çelişen galiz davranış bozuklukları içine giriyor son zamanlarda yalnız. Sonuncusu, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı’nın (TESEV), “Referandumdan Sonra HSYK” başlıklı raporunun basına anlatıldığı toplantıda gerçekleşti. Zaman muhabiri Büşra Erdal’a yönelik tavrı ve sözleri asla kabul sınırlarında değil. “Siz insanları karalayan bir tetikçisiniz. Cemaat sizin gibi insanlar yüzünden karanlık yerlere gidiyor.” ifadelerini muhatap kıldığı Erdal, yargı konusunda deneyimli, hukuk mezunu meslektaşımız. Tek suçu, soru-cevap bölümünde özel yetkili mahkemelerle alakalı “Savcılar geçmişte 13 Eylül, Şemdinli gibi soruşturmalarda görevlerinden alındı. Yargıda bu konuda travma oluştu. Son olarak çok önemli davalara bakmış ÖYM’lerin kaldırılması bugünkü hakim-savcılar üzerinde nasıl bir etkiye neden olabilir? Bu konuda HSYK’nın yaklaşımı nasıl yansıdı toplantıya? ” mealinde bir sual yöneltmesi. TESEV çalışmasına dahil tek konuşmacı Bayramoğlu’ndan cevap: “Ben sizin görüşlerinizi biliyorum, o konuda angaje bir gazetecisiniz.” Sonrasında da hakaretvari saçmalıklar. Bayramoğlu’na bir soru da bizden: Erdal’ın haberlerinin yayımlandığı Zaman yönetim ve editöryasını yok mu sayıyorsunuz? Ya da...

EKREM DUMANLI: ALİ BAYRAMOĞLU, HER FIRSATTA ATILIP "CEMAAT" DÜŞMANLIĞI YAPIYOR...(24.09.2012-ZAMAN)

Köşesinde özür dilemeseydi, konuyu ayrıntısıyla burada irdeleyecektim. Ali Bayramoğlu, son dönemde inanılması güç bir dönüşüm yaşıyor. Her fırsatta öne atılıp "cemaat" düşmanlığı yapıyor. Geçen gün yargı muhabirimiz Büşra Erdal'ın basit bir sorusuna saldırgan cevaplar verdi. Ne gariptir ki Balyoz sanıklarının yakınları da Silivri'de aynı muhabirimize saldırdı. Sakin olmak, mantıklı konuşmak gerekiyor. Öyle olmadığında hem kötü söz, sahibini mahcup ediyor; hem de insanları hedef göstermiş oluyorsunuz. Değmez ki... http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1030

[Haber Analiz - Büşra Erdal] Babalık hakkından mahrumiyet, sanık yakınlarının menfaatine (ZAMAN-23.09.2012)

Balyoz darbe planı davasında verilen hapis cezaları kadar bunun devamı olan 'hak mahrumiyeti' kararları da tartışma konusu oldu. Mahkeme, 325 sanığa çeşitli cezalar verirken, bunlara ek olarak 'babalık ile kocalık hak mahrumiyeti' şeklinde hükme vardı. Bu karar, özellikle sanık yakınları tarafından eleştirildi, 'haksız bir karar' olarak kamuoyuna yansıtıldı. Halbuki bu, ceza kanunlarında uygulaması olan ve sanık yakınlarının menfaatine bir düzenleme. Hem ceza hem de medeni hukuk profesörleri, bu uygulamanın sanık yakınlarını korumak için konulduğunu belirtiyor. Balyoz davasında ilk kez gündeme gelmiş gibi kamuoyuna yansıtılan bu durumun aslında hapis cezasıyla sonuçlanan davaların rutini olduğunu vurguluyorlar. Balyoz darbe planı, 2002-2003 yılındaki eylemlere dayandığı için yargılama o dönem yürürlükte bulunan ve sanıklar lehine olan 765 sayılı TCK'ya göre yapıldı. Madde 33'te, "Beş seneden ziyade ağır hapse mahkûm olan şahsın ceza müddeti zarfında babalık hakkından ve kocalık sıfatının bahşettiği kanuni haklardan mahrumiyetine de hüküm verilebilir." deniliyor. Şu an yürürlükte olan 5237 sayılı TCK madde 53'te de "seçme ve seçilme ehliyetinden ve diğer siyasî hakları kullanmaktan, velayet hakkından; vesayet veya kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan" mahrumiyet kararı verileceğini düzenleniyor. Şehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku öğretim üyesi Prof. Dr. Mahmut Koca, "medeni hakların kısıtlanması" durumuyla ilgili, "Özellikle velayet, vesayet ve kocalık gibi haklardan yoksunluğun amacı, bu ilişkinin diğer tarafının haklarını korumaktır. Sadece bu yargılamaya özgü değildir." diyor. İstanbul Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Halil Akkanat da kararı normal görenlerden. Akkanat, şöyle konuşuyor: "Ceza Kanunu'na, böyle bir hüküm konulmasının nedeni o şahsı cezalandırmak değil, dışarıdakilerin menfaatine. Diyelim ki, bir çocuğun yurtdışına çıkması için anne ve babanın noterden yazı alması gerekir. Baba içerideyken nasıl alacak? Medeni Kanun'da, anne ile babanın birlikte kullanmasını gerektiren bazı hak ve yükümlülükler var. Baba içerideyse eğer, babanın hakkı kalkıyor ki, anne tek başına işlem yapabilsin."

Pazar, Eylül 23, 2012

[Haber Analiz - Büşra Erdal] Ağır sonuçları olan darbeye ağır ceza...(ZAMAN-23.09.2012)

Balyoz davasında mahkeme, 365 sanıktan 324'ünü 'hükümete yönelik darbeye eksik teşebbüs', bir sanığı da suç evrakı gizlemek suçlarından mahkûm etti. Balyoz kararını, mahkemenin gerekçeli kararını açıklamasından sonra daha iyi anlayacağız. Ama ondan önce kısa karar da gerekçeli karara dair ipuçları içeriyor. Mahkeme 'sahte delil' iddialarına prim vermedi. Sanık tarafı savunmasında Balyoz planı ve eklerinin bulunduğu 11, 16 ve 17 No'lu CD'lerin sahte olduğunu ileri sürse de, mahkeme sonradan ele geçen deliller nedeniyle buna itibar etmedi. Malum İstanbul Cumhuriyet Savcısı Fikret Seçen'in, 6 Aralık 2010'da Gölcük Donanma Komutanlığı'nda askerlerle birlikte kamera kaydıyla yaptığı aramada 9 çuval belge bulunmuştu. Bunlar arasında 1 No'lu CD vardı. 11 No'lu CD ile aynı içeriğe sahip bu CD, sahtecilik iddialarını çürüttü. Sanıklar, CD'lerin bilirkişi tarafından yeniden incelenmesini istedi. Ama bu CD'lerle ilgili soruşturma safhasında TÜBİTAK ve askeri bilirkişi raporları hazırlanmıştı. Şubat 2010 tarihli askerî bilirkişi raporunda belgelerin gerçek olması halinde çalışmanın 'darbe planı' olduğu belirtiliyordu. TÜBİTAK raporu ise CD'lerdeki üst verilere göre oluşturma tarihinin 2003 olduğu ve tek oturumda kaydedildiği bildiriliyordu. Sanıkların istediği gibi CD'lerin yeniden incelenmesinin dosyaya katacağı yenilik yoktu. Çünkü kesin sonuç için bunların hazırlandığı bilgisayarları bulmak gerekiyordu. Genelkurmay'dan da bu yönde bir katkı olmadı maalesef. Mahkeme de, bu CD'leri diğer delillerle bir arada değerlendirmiş olabilir. Bunun dışında, eski Genelkurmay başkanları Hilmi Özkök ve Yaşar Büyükanıt gibi dönemin üst düzey komuta kademesinin sanıklar aleyhine ifade vermesinin de mahkemenin kanaatini önemli ölçüde etkilediği söylenebilir. Sanıklar, Özkök ve eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'ın duruşmada tanık olarak dinlenmesini istedi. Mahkeme kabul etmedi. Bazı generallerin tanık olarak çağrıldığı halde Özkök ve Yalman'ın neden dinlenmediği soruluyor. Çünkü, duruşmada Balyoz planıyla ilgili belgelerin altında parafı ya da imzası olan generaller (Başbuğ ve Kalyoncu) dinlendi. Özkök ve Yalman'ın dosyayla bu şekilde somut bağı yoktu. Sonuç olarak mahkeme, dosyadaki balyoz CD'lerinin, seminer ses kaydı ve tanık ifadelerinin mahkûmiyete yeterli olduğuna kanaat getirdi. Mahkeme, planları yaptıran komutanlar Çetin Doğan, Özden Örnek ve Halil İbrahim Fırtına'yı en üst sınırdan 20 yıl hapisle cezalandırdı. Daha sonra seminerde sunum yapan ve o sırada planın icra edilmesi için idare bölümünde olan generallere de 2. dereceden 18 yıl ve son olarak uygulayıcı ve çoğu albay olan sanıklara 16 yıl hapis verdi. 225 sanıktan 29'una iyi hal indirimi yaptı. Bunda da mahkemeyi yok sayma, hakaret, hukuka aykırı protestoların etkili olduğu düşünülebilir. "Elverişli vasıtalarla icraya başlandı, konumları darbe yapmaya elverişliydi ve her türlü imkan vardı, ancak ellerinde olmayan nedenlerle darbeyi yapamadılar." tespitini yapan mahkeme, 'eylemleri eksik teşebbüs aşamasında kaldı, olay gerçekleştiğinde meydana gelecek ceza ve tehlikenin ağırlığı, kasıt ve kusurlarının yoğunluğu, güttükleri amaç ve olaylardaki konumlarının' da dikkate alındığını açıkladı. Burada da, darbe suçu gerçekleştiğinde ağır neticelere sebep vereceği için mahkemenin, üst sınırı baz aldığı görülüyor. Kararla ilgili ajitasyon yapılan bir konu da, babalık ve kocalık gibi haklardan mahrumiyet kararı. Ama bu yasal zorunluluk. Her mahkeme, ağır hapis verdiği mahkumlar için 'kamu hizmetinden müebbeden yasaklama, hapis halleri bitinceye kadar yasal kısıtlılık hali, bu süre boyunca babalık ve kocalık sıfatının verdiği hakları kullanmaktan mahrumiyet' şeklinde karar verir. Sadece Balyoz'a özel değil yani.

Gündem Balyoza tarihî ceza ZAMAN

Gündem Balyoza tarihî ceza ZAMAN

Çarşamba, Eylül 19, 2012

[Haber İzlenim] Ali Bayramoğlu'nun tahammülsüzlüğü... (ZAMAN)

Gazetecinin, haber alma özgürlüğü sadece bürokrasi, yargı ya da başka fiilî güçler tarafından engellenmiyormuş. Bir gazetecinin haber alma özgürlüğü yine başka bir gazeteci-yazar tarafından, şahsî husumet nedeniyle, gazeteciye hakaret ederek de kısıtlanabiliyormuş. TESEV'in dünkü toplantısında bunu yaşadım. Daha önce tanışıklığım olmayan gazeteci-yazar Ali Bayramoğlu, toplantı başlıkları arasında olan özel yetkili mahkemeler ile ilgili bir sorum üzerine, "Sen angajesin!" diye başladığı sözlerini, 2-3 dakikalık konuşmasında 5 kez 'tetikçisin' diyerek bitirdi. Haber için gittiğim bir toplantıyı, haber yapamadan, bizzat toplantıyı yapan kişilerden birinin hakaretlerine maruz kaldığım için terk etmek zorunda kaldım. Olay şu: TESEV'in 'Referandumdan sonra HSYK' başlıklı toplantısında moderatör Ali Bayramoğlu, yazar Etyen Mahçupyan, hukukçular Reşat Petek ve Mehmet Uçum konuştu. Sonra sıra soru-cevap bölümüne geldi. Ben de raporda yer alan 'özel yetkili mahkemeler' ile ilgili bir soru sordum. HSYK ile yapılan çalışmaya iştirak edenlerden sadece Bayramoğlu konuşmacı olduğu için sorumu ona yönelttim. Bayramoğlu'na, "Savcılar geçmişte 12 Eylül, Şemdinli gibi soruşturmalarda görevlerinden alındı. Yargıda bu konuda travma oluştu. Son olarak çok önemli davalara bakmış ÖYM'lerin kaldırılması bugünkü hakim-savcılar üzerinde nasıl bir etkiye neden olabilir? Bu konuda HSYK'nın yaklaşımı nasıl yansıdı toplantıya?" mealinde soru yönelttim. Bayramoğlu, "Sizinki bir görüş. Ben sizin görüşlerinizi biliyorum ayrıca o konuda çok angaje bir gazetecisiniz. Herkes böyle düşünmüyor. Özellikle İbrahim Okur (HSYK 1. Daire Başkanı) ve arkadaşları dahil olmak üzere Türkiye'nin son 10 yılda siyasî anlamda bir iddianame çöplüğü haline geldiği kanaatini taşıyor." diye cevap verdi. Konuşma sadece 'angaje' ile sınırlı kalsa iyi. Görüşlerimi beğenmediği için bu şekilde konuştuğunu düşünebilirim. Ama Bayramoğlu bununla yetinmedi. Sözü ÖYM'lere ilişkin yazdığım tweet'lere getirdi. Yazdıklarımla ÖYM'lere karşı olanlara karalama kampanyası yaptığımı, kendisiyle ilgili 'yüzlerce şey' yazdığımı ileri sürdü. Son 4-5 aylık yazdıklarıma baktım; Bayramoğlu'nun ÖYM karşıtlığı ile ilgili tek bir tweet'im yok, sadece bir kez 13 Temmuz 2012'de KCK sanığı Büşra Ersanlı ile ilgili bir yazısı üzerine tweet atmışım. Bahsettiği gibi yazılmış 'yüzlerce şey' yok. Tabii ki konuşma burada kalmadı. Bayramoğlu'nun sözlerinden sonra ben de, "Sayın Ali Bey ile ilgili ben hiçbir şekilde gazeteye yazı yazmadım. Sadece tweet'lerimde bir-iki yazdığım şeyi cemaatin tetikçisi şeklinde söylemesi çok ağır bir itham. Ben cemaati temsil etmiyorum, Büşra Erdal olarak gazeteciyim ve gördüğüm yanlış ya da katılmadığım şeyleri Twitter'da yazdım. Olay bundan ibaret." dedim. Bu sözlerimden sonra hızını alamayan Bayramoğlu, "Siz tetikçisiniz..." dedi. Ben ona bu nitelemesinin çok ağır ve haksız olduğunu hatırlattım. Bayramoğlu hâlâ, "Ağır olsun siz tetikçisiniz, insanları karalayan bir tetikçisiniz. Cemaat sizin gibi insanlar yüzünden karanlık yerlere gidiyor." diye bitirdi. Bu sözler üzerine TESEV'in programından ayrıldım. Bayramoğlu'nun şahsî bir meselesi varsa, bunu başka yerde örneğin Twitter'da dile getirebilirdi. TESEV'in toplantısında, gazeteci olarak bulunduğum yerde hem şahsıma hem de mesleğime ağır hakaret etti. İşimi yapmamı engelledi. Bu tepkisinin nedeni ÖYM'ler ile ilgili yazdıklarımdı. Gazetede yazdıklarım hepsi ortada, hukukî dayanağı olan yazılar. Bayramoğlu'nun, TESEV gibi uluslararası kuruluşun toplantısında şahsî duygularını, bir gazeteciyle ilgili şahsî husumetini gündeme getirmesi, tahammülsüzlüğü de toplantı ortamına hiç yakışmadı. TESEV'in saygınlığına da gölge düşürdü. Bayramoğlu'nun niçin bu kadar kızgın ve tahammülsüz olduğunu da anlayabilmiş değilim.

TESEV TOPLANTISINDA ALİ BAYRAMOĞLU İLE GEÇEN DİYALOGUN SES KAYDI ÇÖZÜM METNİ......

TESEV’in “Referandumdan sonra HSYK” başlıklı toplantısında, Ali Bayramoğlu ile aramda geçen diyalog aynen aşağıdaki gibidir. Ankara’da HSYK ve YARSAV gibi kurumların temsilcilerinin katıldığı toplantı 3. Yargı paketinin 2 Temmuz 2012’de TBMM’den geçmesinden önce yapılmış. Dolayısıyla ÖYM’ler gündeme gelmiş ve tartışılmış. Buna ilişkin ayrıntılı değerlendirmeler var. HSYK 1. Dairesi başkanı İbrahim Okur’un da görüşleri var. Ben bu noktada ÖYM konusunun nasıl tartışıldığına, kaldırılması konusunda herhangi bir çekince dile getirilip getirilmediğini sordum. O toplantıya katılanlardan sadece Ali Bayramoğlu salonda olduğu için doğal olarak muhatabım oydu. Ama aynı soruyu diğer konuşmacılar olan Reşat Petek ve Mehmet Uçum’a da sordum. BÜŞRA ERDAL: (Özetle)“Savcılar geçmişte 12 Eylül, Şemdinli gibi soruşturmalarda görevlerinden alındı. Yargıda bu konuda travma oluştu. Son olarak çok önemli davalara bakmış ÖYM’lerin kaldırılması bugünkü hakim-savcılar üzerinde nasıl bir etkiye neden olabilir, geçmişteki gibi bir travmatik durum olabilir mi,ileride ciddi olaylar üzerine gitmede motivasyon olarak olumlu-olumsuz etkisi olabilir mi, bu konuda HSYK’nın yaklaşımı nasıl yansıdı toplantıya?” mealinde soru yönelttim… ALİ BAYRAMOĞLU: Sizinki bir görüş. Ben sizin görüşlerinizi biliyorum ayrıca o konuda çok angaje bir gazetecisiniz. Herkes böyle düşünmüyor. Özellikle ibrahim Okur ve arkadaşları dahil olmak üzere Türkiye’nin son 10 yılda siyasi anlamda bir iddianame çöplüğü haline geldiği kanaatini taşıyorum. Hakikaten önümüzdeki yıllarda hukuk tarihçileri bütün hazırlanmış olan iddianamelerin içeriğini, polis fezlekeleri ile iddianameler arasındaki paralelliklere, delilerin niteliğine baktıkları zaman ciddi sorunlarla karşılaşacaklar. Türkiye’de adliye son derece önemli bir fonksiyon yapmıştır. Benim kişisel kanaatimi soruyorsanız Türkiye’nin değişiminde özel yetkili mahkemelere ve savcılıkların girişimlerini takdirle karşılıyoruz. Şahsen… Fakat bu politik fonksiyon, hukuki ve etik sorunlar yaratmaya başladığı andan itibaren sorun olarak karşımıza çıkar ve siz demokratsanız, liberalseniz, hukuk devletine inanıyorsanız önce bu soruları sorarsınız. Savcıların ve hakimlerin motivasyonu meselesi Fatih Terim tarzı bir meseledir. O başka bir şey. Bu motivasyonlarla demokrasi yol almaz. Demokrasi kurallarla, ilkelerle yol alır. Değişim sürecinde adli temizlik dokularında doğru istikametler olduğu gibi sorunlu pistler de vardır. Bu sorunlu pistler konusunda hepimizin fikir beyan etmesi son derece tabiidir. İbrahim Okur’un kanaatini soruyorsanız. O da Türkiye’nin bir iddianame çöplüğüne dönüştüğü kanaatindedir. Tek başına o değil, pek çok muhafazakar, iktidara yakın kesim de bunun gibi düşünüyor. Bu politik ayrışmalardan kaynaklanmıyor. Hakkaten giden ve artan oranda Türkiye’deki bir dokuyla ilgili sorunlardan kaynaklanıyor. Onun için Özel Yetkili Mahkemelere yandaş olmak, onlara karşı olmak, yada onlara karış olanlara sizin tweetlerinizde olduğunuz gibi karalamak işlerine soyunmayın biraz daha gazetecilik yapın, kardeşim. Bu arada size cevap verme fırsatım oldu, hakkımda yazdığınız yüzlerce sevimli…. REŞAT PETEK: Bu ortamda böyle öncesi olan karşılıklı değerlendirmeler… Ali BAYRAMOĞLU: Bunun öncesi sonrası yok. Kişisel değerlendirmeler filan da değil bunlar. Bunlar cemaat adına tetikçilik yapılan arkadaşlarla bizler arasındaki bir mesele burada soru soruluyorsa bu arkadaşlar da cevaplarını alır lütfen siz bu konuya müdahale etmeden cevap verin. REŞAT PETEK: Ben de görüşümü müsaade edin….. ALİ BAYRAMOĞLU: Ama bizim üstümüzden olmasın. REŞAT PETEK:Demokrat olacaksınız… ALİ BAYRAMOĞLU: Hakimlik yapmayın… Kendi kanaatinizi söyleyin. REŞAT PETEK: Müsaade edin ben sizden bahsetmiyorum. Demokratsak, hukukun üstünlüğünü savunuyorsak bu noktada elbette objektif kriterleri herkesin nazara alması lazım. Ben sayın ali Bayramoğlu’na karşı yıkıcı bir takım yazılar yazıldığında da tepki için ortaya koyan ilk yazarlardan hukukçulardan biriyim. Bundan da onur duyarım çünkü doğrular bir noktada buluşur. ALİ BAYRAMOĞLU:Doğrular kimsenin tekelinde değil. Ama girmeyin bu konuya… REŞAT PETEK: Ama otoriter bir yaklaşımla, sorulan soruyu kısıtlarsak böyle toplantıları zor yaparız. ALİ BAYRAMOĞLU:Efendim size ne bundan. Size ne bundan. REŞAT PETEK :Niye davet ettiniz o zaman? ALİ BAYRAMOĞLU :Benim cevabımdan size ne ? Sizi işinize bakın cevabınızı verin… REŞAT PETEK: Bu yargısal bir tartışmaysa burada o zaman ben… Bunu açıklasaydınız o zaman davet ederken, ‘Ali Bayramoğlu’nun müsaade etmediği şeyler konuşulmayacak’ deseydiniz ona göre hazırlıklı gelirdik. ALİ BAYRAMOĞLU: Benim verdiğim cevap üzerine etik ve ahlaki yorum yapmayın. Kendi işinize bakın diyorum. Hanfendiye bir cevap verdim o benimle onun arasında size ne oluyor. Hakimlik yapmaya gerek yok ki… REŞAT PETEK: Ben hakimlik yapmıyorum bende görüşlerimi açıklıyorum. Kusura bakmayın. Talimat verip de talimatla beni… ALİ BAYRAMOĞLU :Ben kimseye talimat vermiyorum. REŞAT PETEK : Ama diyorsunuz ki ‘bunu konuşamazsınız’ Ben konuşurum. Ben size şahsi bir şey söylemiyorum. ....Konuşmalar devam ediyor…(BU ARADA SORUMA Avukat Mehmet Uçum bey de cevap veriyor..) BÜŞRA ERDAL: Tekrar bir şey söyleyeceğim. Kısa bir şey çünkü çok ağır bir saldırı oldu. Sayın Ali Bey ile ilgili ben hiçbir şekilde gazeteye yazı yazmadım. Sadece twitlerimde şahsi hesabımda bir iki yazdığım şeyi bu kadar ağır ve cemaatin tetikçisi şekilde söylemesi çok ağır bir itham. Ben cemaat diye bir kurumu temsil etmiyorum, Büşra Erdal olarak gazeteciyim ve gördüğüm yanlış yada katılmadığım şeyleri twitterda yazdım. Olay bundan ibaret. Benim köşem yok, muhabirim… ALİ BAYRAMOĞLU: Siz tetikçisiniz… BÜŞRA ERDAL: Katılmıyorum bu sözlerine çok ağır… Haksız… ALİ BAYRAMOĞLU: Ağır olsun, siz tetikçisiniz. BÜŞRA ERDAL: İade ediyorum. ALİ BAYRAMOĞLU: İnsanları karalayan bir tetikçisiniz. Cemaat sizin gibi insanlar yüzünden karanlık yerlere gidiyor kanaatimi soracaksan… (Ben bu son sözler üzerine de salondan ayrıldım)

Pazar, Eylül 16, 2012

Odatv sanıkları baronun üyesi mi?

BÜŞRA ERDAL-HABER YORUM - 16.09.2012(Zaman) Ergenekon davası kapsamında dava açılan Odatv çalışanlarından iki gazeteci, önceki gün tahliye edildi. İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi, 'terör örgütü üyeliği' iddiasıyla yargılanan gazeteciler Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu'nu tutuklu kaldıkları süreyi nazara alarak serbest bıraktı. Bu durum, sanıkların beraati anlamına gelmiyor. Yargılamalarda dava bitene kadar "tutukluluk" diye bir uygulama yok, zaten 19 ay tutuklu kalmış olan iki sanığın tahliye olması normal. Ama bu tahliyeler beraat gibi yansıtılarak kamuoyu manipüle ediliyor. Bu manipülasyona İstanbul Barosu da ciddi katkıda bulunuyor. Hiçbir davaya göstermediği ilgiyi önce Ergenekon sanıklarına, sonra da Balyoz davasında yargılananlara sahip çıkarak gösteren baro yönetimi, Odatv sanıklarına da kapılarını açtı. Baronun, Odatv çalışanı iki gazeteciye basın toplantısı yapmaları için kendi toplantı salonunu tahsis etmesi bu ilginin zirve noktası oldu. Şüphesiz, sanık bir avukatın baroda basın açıklaması yapması kabul edilebilir. 'Mesleki dayanışma' diye açıklanabilir. Ama bugün baronun Orhan Adli Apaydın toplantı salonunda açıklama yapanlar avukat bile değil, gazeteci. Baro ile de hiçbir organik bağları yok. Terör şüphesiyle yargılanan iki kişinin, arkalarında 'İstanbul Barosu' yazısı olduğu halde basın açıklaması yapması neyle açıklanmalı? Bu durum neyin dayanışması? Bazı stajyer avukatların 'başörtülü' diye içeri alınmadığı baro toplantı salonu, bir davada sanık olan gazetecilere ev sahipliği yapıyorsa, bu hangi meslek ilkesine dayanıyor? İstanbul Barosu, 14 Ekim 2012'de seçime gidecek. Oy kullanacak avukatlar, bu kez İstanbul Barosu'nun kendilerinin mi yoksa terör örgütü ve darbe sanıklarının barosu mu olup olmadığına karar verecek. http://zaman.com.tr/haber.do?haberno=1346057&title=odatv-saniklari-baronun-uyesi-mi

Pazar, Eylül 02, 2012

[HABER ANALİZ - BÜŞRA ERDAL]Yalman'dan Balyoz sanıklarına: Seminer, emrime aykırıydı(ZAMAN)

Balyoz davasında sona yaklaşıldıkça süreci etkileyecek açıklamalar geliyor. Özden Örnek, son duruşmada sanıklardan emekli Org. Ergin Saygun'un ifadesine atıfta bulunarak, "Balyoz kasetleri başbakan tarafından Aytaç Yalman'a verilmiş." dedi. Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Yalman, bu sözlere Hürriyet Gazetesi aracılığıyla cevap verdi. Örnek'in kendisine terbiye hududunu aşan iftira attığını belirten Yalman, kasetlerin içeriğinden haberdar olmadığını, aksi takdirde işlem yapacağını söyledi. Yalman, "Emrime aykırı yapılan bu seminer kasetlerinin kimler tarafından sızdırıldığı kadar, kasetlerin içinde konu ile ilgisi olmayan bigünah silah arkadaşlarımın isimlerinin kimler tarafından yazdırıldığının ortaya çıkarılması önemlidir." diye konuştu. Emekli Orgeneral Aytaç Yal-man'ın dün Hürriyet gazetesinde yer alan açıklamaları, Hilmi Özkök'ün Ergenekon ifadesiyle birlikte değerlendirildiğinde Balyoz davasını doğrudan etkiliyor. Yalman, Balyoz davasında sanıklar ve avukatları tarafından hep gündemde tutulan bir isim. Sanık avukatları, özellikle son 5-6 aydır eski Genelkurmay Başkanı Özkök ve eski Kara Kuvvetleri Komutanı Yalman'ın Balyoz davasında tanık olarak dinlenmesini istiyor ama mahkeme talebi reddediyordu. Özkök, Ergenekon davasında, 5-7 Mart 2003 tarihli seminerde (Balyoz) amacın aşıldığını ve dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı'na (Yalman) bunu incelemesini söylediğini anlatmıştı. Şimdi de Yalman, Balyoz sanıklarının elini zayıflatacak açıklamaları devam ettiriyor. Her ne kadar mahkemede verilmiş ifade olmasa da, iki emekli orgeneralin sözleri Balyoz iddianamesini destekler nitelikte. Çünkü Yalman, ilk olarak "Balyoz" ismiyle bilinen 2003 tarihli seminerin emrine aykırı şekilde gerçekleştirildiğini vurguluyor. Sanıklar, davanın başından beri bu seminerin sıradan bir "harp oyunu" olduğunu savunmuştu. Bu savunma, Yalman'ın açıklamasıyla bir kez daha geçerliliğini kaybetti ve seminerde "örtülü darbe" konuşulduğu iddiası güçlendi. Bunun yanında, o dönem Balyoz kasetlerinin Başbakan'a (Tayyip Erdoğan) gittiği komuta kademesince doğrulanmış oldu. Yani Balyoz semineri, 2003'ten beri devlet idarecileri tarafından biliniyordu. Karacı subay Yalman'ın, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'ten, "Bir deniz subayı" diye bahsetmesi de manidar ve mesaj içeriyor. Halbuki, Örnek'in 2003-2004 yıllarına ait günlüklerinde (darbe günlükleri), dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur ve Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına'nın bir an önce darbe yapmak için hevesli oldukları, onları Örnek ve Yalman'ın işbirliğinin durdurduğu anlatılıyor. Günlüklere göre Örnek, sık sık Yalman'la dertleşiyor, fikir paylaşımında bulunuyor. Özkök'e karşı birlikte hareket planı geliştiriyorlar. Geçmişteki bu samimiyete karşı bugünkü sert üslup, Balyoz sanıklarının psikolojik sıkıntıya düştüğünü gösteriyor. Kendilerinin karşısına geçtiğini düşündükleri Yalman'a yükleniyorlar. İddianamede, Balyoz darbesinin Yalman'ın çabalarıyla engellendiği yönünde savcılık tespiti var. Bu da, sanıkların Yalman'a yaklaşımının sebebini ortaya koyuyor. Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Yalman, son açıklaması ile bazı sanıkları "günahsız" diye ayırsa da, başta generaller olmak üzere Balyoz sanıklarına 'ayar' verdi. Bir taraftan kendini koruma kaygısı taşıyan Yalman'ın, mahkemeye gidip ifade verirse, sözlerinin onların lehine olmayacağı mesajını da aktarmış oldu. Bu açıklamadan sonra, Balyoz sanıklarının hâlâ Özkök ve Yalman'ı tanık olarak çağırmaya devam edip etmeyecekleri ise merak konusu. http://zaman.com.tr/haber.do?haberno=1340426&title=haber-analiz-busra-erdalyalmandan-balyoz-saniklarina-seminer-emrime-aykiriydi

Cumartesi, Eylül 01, 2012

Hilmi Özkök’ün şahitliği ile Balyoz davasında hatırlattıkları...-yorum

Balyoz darbe planı davasında sanıklar ilk başta 5-7 Mart 2003 tarihinde gerçekleştirilen seminerin normal bir “harp oyunu” olduğunu savundu. Ama ortadaki ses kayıtları bunu yalanlıyordu. Yaşar Büyükanıt gibi eski Genelkurmay başkanı da mahkemede hayatında böyle harp oyunu görmediği söyledi. Sanıklar çapraz sorguda seminerde gerçek isimler kullandıklarını kabul edince, mahkeme daha önce yaptıkları “harp oyununda gerçek isim kullanılmaz” savunması ile bu açıklamadaki çelişkiyi gündeme getirdi. Sanıklar durumu kurtarmak için“işgüzarlık yaptık”dedi. Bu gibi çelişkiler artmaya başlayınca, yargılama sırasında seminer konusu arada kaynatıldı. Savunma taktiği olarak “seminer iddianamede suç değil ki” argümanı ve sorulara dolambaçlı cevaplar vererek. Halbuki, tabi ki seminer yapmak tek başına suç değildi. Ama seminerde konuşulduğu iddia edilenler suç. Nasıl ki,birine yemek ikram edersiniz, ikram normaldir, ama içine zehir koyarsanız öldürmeye kastetmiş olursunuz ve artık suçtur. Bu sırada sanıklar daha çok balyoz planının yer aldığı dijital delillerin sahteliği üzerinde durdu. Savunmalarını bunun üzerine kurguladılar ve semineri unutturdular. Ta ki eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün Ergenekon davasındaki tanıklığına kadar. Özkök, 5-7 Mart 2003’teki seminerde amacın aşıldığı duyumunu aldığını ve bu nedenle de konuyu incelemesi için Kara Kuvvetleri Komutanı’na havale ettiğini söyledi. Bu açıklama, doğrudan o dönem Genelkurmay Başkanının bazı gelişmelerden haberdar ve rahatsız olduğunu gösteriyor. Nitekim Özkök,2003 yılının Mayıs ayında Harp Akademileri'nde Çetin Doğan’ı uyarıyor. Normal şartlarda, bir genelkurmay başkanının 1. Ordu Komutanı hakkında inceleme yaptırması Türk Silahlı Kuvvetleri geleneğinde rastlanılmış bir durum. Daha birkaç yıl önce, dönemin Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ’un, LAW silahı gömdüğü iddia edilen, ağır suçlamalarla hakkında dava açılan askerlere sahip çıkışı akıllarda. Bu olayda ise, Özkök,sıradan bir askeri değil 1. Ordu Komutanını idari bir incelemeye tabi tutturuyor. Bütün bu geçmiş tecrübeler ışığında Özkök’ün “seminerde amacın aşıldığı duyumu aldım” ifadesi Balyoz cephesini suskunluğa itti. Sadece Doğan’ın avukatı Celal Ülgen, “Duruşma arasında Özkök paşa ile görüştüm, aslında onu demek istememiş…” mealindeki ifadeyi tekzip etmeye çalışan girişimleri oldu. Ama bu çok zayıf kaldı. Bunun üzerine medyada niye suskun kaldıkları sorgulanınca ifadeden 24 gün sonra açıklama geldi. “Seminerde gerçek isimlerin kullanılması askeri kurallara aykırıdır” denilen açıklamada kamuoyuma yönelik belki de ilk kez bu kadar açık suç itirafında bulunuldu. Aslında, bu açıklama Balyoz belgelerinin Taraf’ta yayınlandığı ilk günlere götürdü bizi. 20 Ocak 2010’da T24 isimli siteye yazılı açıklama gönderen Doğan, “İç tehdit sadece bölücü tehdidi değil, irticai tehdidi de kapsar. Bu kapsamda EMASYA (Emniyet ve Asayiş) planları seminerlerde elbette ele alınmıştır” demişti. Yani, yargılama boyunca yapılan tüm seminer savunmaları çöktü. Bütün o harp oyunu masalları, askeri terimlerle kafa karıştırma taktikleri. Sanıklar ve avukatları davanın önemli boyutlarını unutturuyor, ama bir tanık geliyor ve hatırlatıyor...