Cuma, Ekim 11, 2013

[HABER ANALİZ] Yargıtay’ın Balyoz’daki ana yaklaşımı: Delil bütünlüğü (11.10.2013, ZAMAN)

Yargıtay, Balyoz darbe planı davasına ilişkin 68 sayfalık gerekçeli kararını açıkladı. Bu karar, binlerce sayfalık dava dosyasına dair tartışmaların ana bir özeti ve cevabı niteliğinde. 

Yargıtay, gerekçesini genel hukuk ilkeleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ve kendi içtihatlarından yola çıkarak hazırlamış. Yani, MLKP, Hizbullah davalarına nasıl baktıysa, Balyoz dosyasında aynı ölçüleri kullanmış. Tabii ki davanın özelliğine göre, emir-komuta zinciri, askeri yargı-sivil yargı, görev suçu, yetki-görev tartışmalarına da kendi zaviyesinden açıklık getirmiş. Yani geçmiş uygulamalarıyla uyumlu bir sonuca varmış. Genel bir tespitten sonra Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin delillere yaklaşımını değerlendirmekte fayda var. Ama öncelikle, ilk günden itibaren Balyoz delilleri ve sanıkların yaklaşımına bakalım. 20 Ocak 2010’da Taraf Gazetesi’nde “Fatih Camii bombalanacaktı” diye haber çıktığında cuntanın bir numarası Çetin Doğan, ilk açıklamasını bir internet sitesine yaptı. “TSK’nın, nitelikleri Anayasa’da yazılı Türkiye Cumhuriyeti’ni her türlü dış ve iç tehditlere karşı koruma ve kollama görevi bulunmaktadır. İç tehdide karşı koruma görevi kapsamında TSK’nın her kademesinde elbette planları vardır.” dedi. Aynı günün akşamı katıldığı TV haber programında ise ‘u’ dönüşü yapıp, haberlerin senaryo olduğunu savundu.

Ama hukuki süreç de başlamıştı. Bu kapsamda Çetin Doğan ve arkadaşları 22 Şubat 2010’da gözaltına alındı. 24 Şubat 2010’da Balyoz belgeleri için “belgeler gerçek ise bu bir darbe planıdır” diyen askeri bilirkişi raporu savcılığa ulaştı. TÜBİTAK da Balyoz CD’lerinin içerikleri ile üst verilerinin birbiriyle uyumlu olduğuna dair rapor verdi. Doğan ve ekibi tutuklandı. Mart 2010’da 1. Ordu Komutanlığı Askeri savcılığı atağa geçip, Balyoz belgelerinin sahte olduğunu söyleyen yeni bir rapor açıkladı. Bununla birlikte belgelerle ilgili “sahte dijital delil” kampanyası da başlamış oldu. Sanıkların bütün savunma stratejisi bunun üzerine kuruldu. Dosyadaki plan seminerinin ses kayıtları, diğer yazışmalar, ifadeler göz ardı edildi.

Sanık tarafı böyle yapsa da ne mahkeme ne de Yargıtay bu delilleri göz ardı etmedi. Plan semineri, Yargıtay’ın 68 sayfalık gerekçeli kararında tam 11 sayfa yer tuttu. Seminerin yapılış şekli, oradaki konuşmalar, sahte olduğu iddia edilen CD’lerin içerikleri ile karşılaştırıldı. Doğan’ın seminerde yaptığı konuşma ile Balyoz belgesinin içerik olarak benzer olduğu tespit edildi. Yine seminerde yapılan sunumlarla el konulacak birimler, gözaltına alınacak kişilere dair bilgilerin de aynı olduğu belirtildi. Seminer konuşmaları ile Balyoz belgelerinin birbirini teyit ettiği sonucuna varıldı. Balyoz belgelerinde ismi geçen sanıkların yaptıkları işlemler ile o dönemki görevlerinin yine uyumlu olduğu tespit edildi. Gölcük Donanma Komutanlığı ve Eskişehir’de sanık Hakan Büyük’ün evinde delil ele geçirilmesi ise “hayatın olağan akışına uygun” bulundu. Bütün aramaların hukuka uygun şekilde, ihbar sonucu yapıldığı, kayda alındığı belirtildi. Hatta Gölcük’teki aramada 2 savcı ve askeri yetkililerin hazır olduğu, 9 çuval belgenin bulunduğu İstihbarat Karşı Koyma birimine de görevliler dışında kimsenin de girmesinin imkanı olmadığı özellikle vurgulandı. Sanıkların dijital delillerin ele geçirildikten sonra değiştirildiği yönündeki iddialarının somut hiçbir dayanağının olmadığı tespit edildi. Ele geçirilmeden önce değiştirilmesi iddiası ise, “Belgeler zaten sanıkların kendi alanlarında, askeri bölgede” şeklinde bir yaklaşımla dikkate bile alınmadı.

http://www.zaman.com.tr/gundem_yargitayin-balyozdaki-ana-yaklasimi-delil-butunlugu_2150678.html

[HABER ANALİZ] Kararda rakamlar değil tespitler önemli (10.10.2013, ZAMAN)

Yargıtay, 361 sanıklı Balyoz darbe planı davasını, yargılamada 3’üncü yılı dolmadan sonuçlandırdı. Bu, Ergenekon’la başlayan darbe yargılamaları sürecinde Yargıtay’dan çıkan ilk karar.
Rakamsal bazda beraat ya da mahkumiyetten ziyade, Yargıtay’ın “darbe teşebbüsü suçu, deliller” konusunda yaklaşımı çok önemli. Yargıtay, dosyadaki delillere göre, dönemin 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan liderliğinde bir cunta yapılanmasının TSK içinde suç işlemek için bir araya geldiğini kaydetti. Balyoz delillerinin hukuki olduğunu söylerken, bunlar ışığında “darbe teşebbüsü” suçunun da işlendiğini tescil etti. Yani, sanıkların temel savunma argümanı “sahte dijital deliller” iddiası tamamen çökmüş oldu. Usule ilişkin bozma olmadı. Yani günlerce tartışılan “yetki-görev”, tanık dinletme gibi konularda mahkemenin hukuk usulüne uygun davrandığı tespit edildi. Esasa ilişkin ise kararın ayrıntısına bakılacak olursa, dikkat çeken hususların başında 25 sanık hakkındaki mahkumiyetin bozulması geliyor. Darbe planı yapıldığı sırada 1. Ordu’da idari görevli olan Tuğg. Abdullah Dalay, Kara Kuvvetleri Komutanlığı adına Balyoz seminerine gözlemci olarak katılan Tevfik Özkılıç, dönemin Jandarma İstihbarat Başkanı Tuğg. Halil Helvacıoğlu bu isimlerden birkaçı. Yine SUGA eylem planında ismi yer alan Tuğamiral Ahmet Türkmen ve Balıkesir İl Jandarma Komutanı Albay Ali Aydın, Bursa Jandarma Komutanlığı’nda görevli Abdurrahman Başbuğ da Yargıtay’ca beraat ettirilenlerden. Mahkumiyet kararı bozulan isimlerin çoğunun Jandarma Komutanlığı mensubu olması dikkat çekiyor.

Kararda önemli olan bir nokta da Balyoz soruşturmasının başından beri gündeme getirilen “suç için anlaşma” suçu. Sanık avukatları bütün sanıkları bu suça katmak istese de, Yargıtay 63 sanığın “suç için anlaştığı” ancak soruşturma başlamadan bu ittifaktan çekildikleri için de onlara ceza verilemeyeceğini belirtti. Bu sanıklar ise genel olarak SUGA eylem planı ve EK-A gibi listelerde adı geçenler. Hatırlarsak EK-A listesinin başında “Balyoz Harekât Planı’nın “İcra” bölümünde “Balyoz Güvenlik Harekât Planı kapsamında kendilerine kişiye özel olarak görev tevdi edilen ve bu onurlu görevi kabul eden personel” şeklinde yazıyordu. Yani EK-A listesindekiler darbe teşebbüsüne katılmayı kabul etse de, sonradan kendi iradeleri ile vazgeçmiş sayıldılar. Bu da, yine dosyada “kurunun yanında yaş da yandı” şeklindeki tartışmaları sonlandırmış oluyor.

Yargıtay’ın onaması ile 237 sanık hakkındaki mahkumiyet kararı kesinleşmiş oldu. Bundan sonra iç hukuk yollarının tüketilmesi için sanıkların önünde iki yol var. Ceza avukatı Erdal Doğan’a göre, sanık müdafileri bir ay içinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurup karar düzeltme talebinde bulunmasını isteyebilirler. Başsavcılık da, başvuruyu Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na götürebilir. Ama bu, uygulamada pek sonuç çıkaran bir yöntem değil. Son iç hukuk adımı ise Anayasa Mahkemesi’ne gitmek olacak. 237 sanık, 12 Eylül referandumu ile birlikte getirilen “bireysel başvuru” hakkı kapsamında AYM’ye başvuracak. Yine mahkumiyetlerin haklılığı yönünde karar çıkarsa AİHM’ye gidebilecekler. Dosyada bozma kararı verilen kısım ise tekrar İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yani eski özel yetkili mahkemeye (ÖYM) gelecek. Mahkemenin önünde iki seçenek var; ya bozmaya uyup yeniden hüküm tesis edecek ya da eski kararında direnecek. Her şekilde haklarında bozma kararı verilen sanıkların yolu Yargıtay’dan geçecek.


http://www.zaman.com.tr/gundem_kararda-rakamlar-degil-tespitler-onemli_2149995.html

Pazartesi, Ekim 07, 2013

Darbe davalarında çözülme (Ekrem Dumanlı, 7.10.2013, ZAMAN)


Darbe davalarında çözülme

Geçenlerde hukukçu bir AK Partiliye rastladım. Milletvekilliği gibi önemli ve aktif bir vazife de ifa ettiğini söylersem sanırım anlatacaklarım biraz daha mana kazanır. Mesleğinden mütevellit, darbe davalarını çok yakından biliyor. Usta adliye muhabirimiz Büşra Erdal’ı sordu. İlginçtir; 28 Şubat davası ile ilgili yorumunu da öğrenmek istedi. Erdal’ın o davanın daha başında yazdığı analizi siz değerli okurlarımız da hatırlayacaktır. Kısaca diyordu ki, “Bu dava fazlaca gayri ciddi başladı; böyle devam ederse bu süreçten herhangi bir sonuç alınamaz.” Ve maalesef yaşananlar bu tezi doğruluyor gibi...
Rastlaştığım hukukçu da Büşra Hanım’a hak verdi, “Maalesef 28 Şubat yargılaması doğru bir mecrada ilerlemiyor.” dedi. Ben de, 12 Eylül darbe davasının da yanlış yürütüldüğüne dair kanaatimi söyledim. Yazmıştım da bu düşüncemi. Çünkü 12 Eylül davasını üç beş yaşlı generalin üzerinden yürütmek, onca itirafa ve suç duyurusu sayılabilecek dokümana rağmen davayı darbe konseyinin ihtiyar üyelerine hasretmek hem davayı güdük bırakıyor hem de vicdanlarda başka acılara neden oluyor.
12 Eylül üzerine pek konuşmak istemedi anladığım kadarıyla. O, 28 Şubat yargılamasının akamete uğratıldığına inanıyordu. Birkaç sebep söyledi; ama onlardan biri gerçekten de düşündürücüydü. “Darbe soruşturmalarını İstanbul’da yürüten savcılar ve hâkimler büyük bir kahramanlık göstererek hayatlarını tehlikeye attı, öyle vazife yaptılar. Ama ne yazık ki onları çok hırpaladık... Şimdi kim katlanır o çileye bilemiyorum.” Doğru söze ne denir...

http://www.zaman.com.tr/ekrem-dumanli/anadilde-kritik-kavsak_2148195.html

Salı, Ekim 01, 2013

Ankara’da tuhaf bir 28 Şubat davası (Aksiyon Dergisi)

Ankara’da tuhaf bir 28 Şubat davası

 
 
 
9 Eylül 2013 / BÜŞRA ERDAL
Tarihî dava sanık ve mağdurların itirazlarıyla başladı. Mahkemenin bazı tutumları ve mekân yetersizliği Ankara’nın darbe davaları için hazır olmadığı eleştirilerine yol açtı.
‘Bin yıl sürecek!’ denilen 28 Şubat, 16 yıl dayanamadan bitti. ‘Postmodern’ darbenin mimarları olan dönemin Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) komuta kademesi kendini önce savcılık, sonra da hâkim karşısında buldu. 28’i tutuklu 103 sanık hakkında, eski Türk Ceza Kanunu (TCK)’nun 147’nci maddesine göre ‘darbe teşebbüsü’ suçundan 15 yıldan 20 yıla kadar hapis cezası talep edildi. 2 Eylül’de başlayan duruşma ise ilginç görüntülere sahne oldu. Her ceza davasında olduğu gibi ilk olarak kimlik tespiti yapıldı, sonra sanıklar ve avukatlarının usule ilişkin talepleri, itirazları dinlendi. Daha sonra da 1309 sayfalık iddianamenin okunmasına geçildi. Ve davanın 4’üncü duruşmasındaki tahliye kararları sonucu, 38 sanıktan 28’i tutuklu kaldı. Bu süreçte, mahkeme başkanının dosyaya hâkim görünmeyen, mahkemeyi dağınık bırakan yaklaşımı da mağdurlar ve avukatlarının tepkisine sebep oldu.

28 Şubat duruşmalarına geçmeden önce, geçmişteki hukuki süreci hatırlamakta fayda var. Darbecilerin yargılanması Ergenekon ve devamında Balyoz davasıyla Türkiye’nin gündemine girdi. 12 Eylül 2010’daki referandumdan sonra ise geçmişteki darbelerin aktörleri yargı karşısına çıktı. Bunların başında 28 Şubat darbesinin arkasında bulunan TSK komuta kademesi geldi. 28 Şubat’a ilişkin soruşturma, Ankara Barosu’na kayıtlı avukat Yunus Akyol’un suç duyurusunun ardından başlatıldı. Akyol, Nisan 2011’de başsavcılığa verdiği şikâyet dilekçesinde, Refah Partisi ile ikinci Doğru Yol Partisi’nin koalisyon yaparak kurdukları 54. Hükümet’in 28 Şubat 1997’de yapılan darbeyle görevden uzaklaştırıldığını ifade etti. Dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ve kuvvet komutanlarının da aralarında bulunduğu kişiler hakkında soruşturma açılması istendi. Daha sonra çok sayıda suç duyurusu dosyaya eklendi. Ankara Özel Yetkili Savcısı Mustafa Bilgili tarafından yürütülen soruşturmanın iddianamesi Mayıs 2013’te tamamlandı. 75’i tutuklu 103 sanık hakkında hazırlanan 1309 sayfalık iddianamede 1 numara dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı oldu. Yine davanın dikkat çeken isimleri arasında Çevik Bir (Genelkurmay 2. Başkanı), Çetin Doğan (Genelkurmay Harekât Başkanı), Erol Özkasnak (Genelkurmay Genel Sekreteri), Muhittin Erdal Şenel (MGK Genel Sekreteri), Fevzi Türkeri (Jandarma Genel Komutanı) ve Kemal Gürüz (YÖK Başkanı) de var. Bu sanıkların yargılanmasına 2 Eylül 2013’te başlandı. İddianamede 481 mağdur ve müştekisi vardı. Dolayısıyla Ergenekon ve Balyoz’daki gibi sadece sanık yakınları değil, bu kez mağdurlar da mahkeme salonunda yer aldı. Dava için, Ankara 10 ve 11. Ağır Ceza Mahkemeleri’nin kullandığı salonlar birleştirilmiş, 11 Ağır’ın salonu mahkeme heyeti, savcı, sanık, avukatlar ve gazetecilere, diğeri ise müşteki ve izleyicilere ayrılmıştı. Salon büyüklük anlamında yeterli olsa da teknik altyapıda sorunlar çıktı. Ses sistemi bozuk olduğu için başkanı duymak zor oldu. Diğer taraftan 600’den fazla kişinin yer aldığı salona klima konulmamıştı. Bu da içeride sağlıklı bir ortam oluşmasına engel oldu.

Yargılama safhasında da dikkat çekici gelişmeler yaşandı. Özel Yetkili Mahkemelerin yerine kurulan Terörle Mücadele Kanunu (10) ile görevli mahkemelerden Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi, yargılamayı açtı. Sanıkların kimlik tespiti sırasında 1 numaralı sanık Karadayı’nın sağlık raporu alarak duruşmaya katılmadığı anlaşıldı. Daha sonra sanık ve avukatlar usule ilişkin itirazlarda bulundu. Mahkeme başkanının ilginç tavırları ‘duruşmaya hâkim olmadığı’ görüntüsü oluşturdu. Zaman zaman üye hâkim mikrofonu eline alıp duruşmayı yönetti. Sanıkların ilk itirazı alışık olduğumuz ‘görevsizlik’ konusunda geldi. 28 Şubat’ın, darbe iddiası ile daha önce suç duyurusuna konu olduğu ve bu konuda mahkemece verilmiş ret kararı bulunduğu belirtildi. Devamında, emekli Orgeneral Karadayı’nın avukatı Erol Aras, savcının hukuka aykırı dava açtığını, yargılama yerinin Yüce Divan olduğunu söyledi. Bir başka sanık avukatı da, iddianameyi hazırlayan savcı için, “Savcı görev suçu işledi, dosyayı buraya getirdi. Bundan dolayı ileride hesap verecek. Mahkeme, cezai şartı yokluğundan dosyayı bitirsin. Mahkeme, savcının görev suçuna iştirak etmesin, yargılamayı durdursun, bitirsin.” diyerek tehditlerde bulundu. Bazı sanık avukatları da, soruşturma safhasında tutuklama kararı veren hâkimin heyette bulunduğu gerekçesiyle ‘redd-i hâkim’ talebinde bulundu. Mahkeme heyeti, taleplerin tamamını reddetti. Sanıkları yargılayacak mahkemenin TMK 10 ile görevli mahkeme olduğu vurgulandı.

MGK tutanaklarına ‘sır’ zırhı
 
28 Şubat davasının temelini oluşturan MGK kararları ve devamında hükümeti düşürmek için kurulan Batı Çalışma Grubu ve çalışmaları. Burada 28 Şubat MGK toplantısının tutanakları önem kazanıyor. O toplantıda hükümete yapılan baskılar kayda geçmişti. İşte, soruşturma safhasında savcılık suça konu bu belgeleri MGK’dan istedi; ancak olumsuz cevap aldı. TCK ve MGK kanunlarındaki düzenlemeler gerekçe gösterilerek tutanakları göndermedi. Bu kez dava başladıktan sonra mahkemenin, tutanaklarla ilgili MGK’ya yazı yazdığı ortaya çıktı. Mahkeme, 16 Haziran tarihli yazısında, “MGK Genel Sekreterliği’ne yazı yazılarak 28.02.1997 tarihli Millî Güvenlik toplantısına ilişkin tutanakların 2945 sayılı kanunun 10. maddesine göre açıklanıp açıklanmadığı, bu yönde bir karar alınıp alınmadığı hususunun sorulmasına, açıklanmış ise bir örneğinin gönderilmesinin istenilmesine…” demişti. Bu yazı üzerine MGK tutanakları göndermedi. Zaten yazıya bakıldığında mahkemenin isteme şeklinin sorunlu olduğu görülüyor. Mevzuata göre, tutanaklar açıklanmaz ama mahkeme istediği zaman görebilir. Mahkeme başkanı, duruşmada, yazılarına rağmen MGK’nın tutanakları  göndermediğini söyledi. MGK ise ertesi gün, mahkemenin istediği zaman tutanakları görebileceğini açıkladı. MGK ile mahkeme arasındaki bu ‘tuhaf’ tutum da davaya ilişkin bazı soru işaretleri oluşturdu. Öte yandan, bu kriz hâlâ ‘devlet sırrı’ kavramının yargıyı tıkadığını gösteriyor.

28 Şubat soruşturması ve davasında öne çıkan bir diğer gelişme sanıkların tahliye şekli. Savcılık iddianameyi hazırlayıp mahkemeye gönderdikten sonra mahkeme kabul kararıyla birlikte 37 sanığı tahliye etti. Bu kez ikinci duruşmada Teoman Koman rahatsızlandı. O da hemen duruşma arasında tahliye edildi. Daha sonra 4’üncü duruşmada eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Org. Hikmet Köksal, eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Org. Ahmet Çörekçi, eski MGK Genel Sekreteri emekli Org. İlhan Kılıç, eski Jandarma Genel Komutanlığı Harekât Başkanı Korgeneral Hakkı Kılınç, eski Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı Korgeneral Çetin Saner, emekli Korgeneral İzzettin İyigün, eski Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Abdullah Kılıçarslan, emekli Korgeneral Kamuran Orhon ve eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz tahliye edilen isimler oldu. Mahkeme, ilk duruşmaları 2-6 Eylül tarihleri arasında belirlemişti. Yani, yargı teamüllerine göre tahliye taleplerini de 6 Eylül’de değerlendirmesi gerekiyordu. Bu tarihi beklemeden bir gün önce talepleri alıp 9 sanığı serbest bıraktı. Daha savunmaları alınmadan, sorguları yapılamadan gelen tahliyeler yine soru işaretleri oluşturdu.