Pazar, Şubat 01, 2015

kendimizi terk edip gidelim şimdi...



kendimizi terk edip gidelim şimdi, hemen hiçbir saniye bile kaybetmeden. 
Bu büyük bedene bir çocuğu sığdıramıyorsak, büyük bedenimizde çok büyük düşünüp, bu büyük düşüncenin altında eziliyorsak,neye yarar kendimizi kendimize yük etmek. 
Terk etmek ne iyi şimdi, belki o zaman bu boşluğa bir çocuk sığar da, deli cesaretiyle kendimizle barıştırır bizi. 
Bize ait cümleleri bulmamıza yardım eder, dilsizliğimizden kurtarır, sana giden yolları bu şekilde bulabilirim belki, belki de sen.. 
belki de senin suya attığın taş dibi bulur, dalgalanır dalgalanır da bu su durulur.
Kendimizi terk edelim şimdi, bilirsin çocuklar daha çabuk barışır, karanlıkta bir göz kırpmaya bakar her şey. Yıldız kayar, çocuk tutar elinden, çocukla yıldız arkadaş olur.

Mazlum’u getirin bana!


HABER ANALİZ (1.2.2015)
 
Algı operasyonları, hukuk devleti açısından acıklı bir hal aldı. Vatandaşı keyfî uygulamadan koruması beklenen hukuk, tam ters yönde işletiliyor. 

Evrensel hukuk mantığı ve kanunlarla dalga geçercesine aynı kişilere yönelik tekrarlanan operasyonlar ile temel insan hakları ihlal ediliyor. Bunun son örneği İzmir’de yaşandı. İzmir Başsavcılığı, Ağustos 2014’te hükümet medyasının manşeti delil gösterilerek gözaltına alınıp serbest bırakılan polislere ikinci kez operasyon yaptı. Serbest kalan bir kişiye yönelik ikinci kez operasyon ancak “yeni, hukuken geçerli ve somut bir delil” ortaya çıktığında yapılır. Ama tekrarlanan operasyonda ne polislere ne de avukatlarına, bu yönde hiçbir  somut delil gösterilmedi. 5 gün boyunca keyfî bir şekilde gözaltında tutulan polisler ve onları bekleyen aileleri bir kez daha mağdur edildi.

Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 4’üncü maddesi, “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.” diyor. Kanundaki yargı bağımsızlığı düzenlemesi çok açıkken, İzmir’de polislere yönelik operasyon, başsavcı ile gözaltı kararı veren hakimin operasyon öncesi toplantı yaptığı iddiası gölgesinde gerçekleşti. Yargı, polis avukatlarının gündeme getirdiği bu iddianın doğru olup olmadığını araştırması gerekirken tam tersine bu habere soruşturma açtı. Türk yargısının geldiği ibretlik hali göstermesi açısından önemli bir örnek. Öte yandan polisler hakkında gözaltı kararı veren Hakim Dilek Çeliktaş, aslında o sırada görevli değildi. Normal nöbet sırası olan sulh ceza hakimi rapor alarak izne ayrılmış, yerine Çeliktaş görevlendirilmişti. Anayasal ilkelerin göz ardı edildiği, ayak oyunlarına sahne olan bu operasyonun ayrıntıları da sıradan bir vatandaşın ya da bürokratın, yargı alet edilerek nasıl sindirilmeye çalışılacağını gösteriyor.
19 Ağustos 2014’te “yasa dışı dinleme ve örgüt” iddiası ile gözaltına alınan 32 polis hakkında iddianame hazırlayan Savcı Okan Bato, ikinci kez operasyonun düğmesine basıyor. Suç konusu yine dinlemelerle ilgili. Halbuki, Savcı Bato’nun ilk iddianamesi, İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı ile hukukî açıdan bir ibret vesikası olarak mahkûm edilmişti. Mahkeme, savcının örgüt suçlamasına dair, değil somut bir delil, herhangi bir olgu bile bulunmadığını ve bu açıdan iddianamenin bir “hukuk garabeti” olduğunu vurgulamıştı. Avukatlar da 36 sayfalık iddianamede, 30 ayrı maddî hata tespit etmişti. Böyle bir durum karşısında savcının özür dilemek yerine o polisleri yeniden gözaltına aldırması hangi motivasyondan kaynaklanıyor merak konusu. Kaldı ki, ikinci kez gözaltına alınan 24 polisten 14’ü mahkemeye sevk edildi. Bunlardan 10’u “evrakta sahtecilik”, 4’ü ise “örgüt” suçlamasına maruz kaldı. 2 polis tutuklandı. Madem yoğun olarak “evrakta sahtecilik” iddiası var ve madem 22 polis serbest kaldı, böyle bir durumda savcı niye gözaltı işlemi yapar? Yoksa asıl mesele bir suçun varlığı, delil toplamak değil de, polisler üzerinden algı operasyonu yapmak mı? Nitekim, uygulamada polisleri toplayıp toplayıp adliyeye çıkarma, hukuk devleti ciddiyetinden uzak bu duruma işaret ediyor. Ve Şark Bülbülü filmindeki meşhur “Mazlum’u getirin bana!” repliğini akla getiriyor. Kendini rahatlatmak isteyen iktidar, toplumu baskı altına almak için polisleri dövüyor. Olay bu.

6 BUÇUK AYDIR İDDİANAME YAZILMADI

22 Temmuz 2014’te İstanbul’da operasyona uğrayan polisler hakkında, 6,5 ay geçmesine rağmen herhangi bir iddianame yazılmadı. Terör, İstihbarat ve Mali Şube polislerinin tahliye talepleri, özel görevlendirilmiş sulh ceza hakimliklerince reddediliyor. İzmir’de tutuklanıp serbest kalan polisler hakkında iddianame yazıldı ama aynı isimler ikinci kez yargı operasyonuna maruz kaldı. Hükümet medyasının manşetleri ve siyasilerin meydanlarda söylediği “casusluk, darbe teşebbüsü, çete” iddiaları dışında soruşturma dosyalarına girmiş ve bu iddiaları doğrular tek somut, ciddi delil yok. Ama buna rağmen, hukuka rağmen yargı operasyonları yapılıyor. Bu da, Roma hukukundaki meşhur deyişi doğruluyor: “Satın alınabilen adaletten daha kötü bir şey olamaz.”

http://www.zaman.com.tr/gundem_mazlumu-getirin-bana_2274931.html