Pazartesi, Nisan 06, 2015

Yeni Türkiye'de savcı Kiraz cinayeti ve "ulusal islamcılık"


Savcı Mehmet Selim Kiraz cinayeti sonrası, medyaya yansıdığı kadarıyla ülkede ilginç bir tablo var. Menfur cinayet ile ilgili AKP’nin “öz” tabanı olarak sayabileceğimiz İslamcılar, bugüne kadar olduğundan farklı bir refleks verdi. Normalde TC devletini pek saymayan, Cuma namazına bile gitmeyen İslamcılar, savcı için üzüntü duyma, gerçeğin ortaya çıkması talebi dışında kamuoyunu “tahrik” etme düzeyinde farklı bir tavra girdiler. Devletinin resmi görüşünü benimseyip, bu yönde sorgulayan kesimden sorgusuz sualsiz kabullenme evresine geçtiler.


Bu durum doğrudan 2006 yılındaki Danıştay saldırısını akla getiriyor. Danıştay 2. Dairesi,bir anaokulu öğretmeniyle ilgili davada ‘kamu görevlisinin sokakta da başörtüsü takamayacağı’ gerekçesiyle verilen idari cezayı onaylamıştı. Bu karar daha sonra Türkiye’yi sarsan korkunç olaylara gerekçe sayıldı. 17 Mayıs 2006’da toplantı halindeki Danıştay 2. Dairesi’ne  silahlı saldırı gerçekleştiren avukat Alparslan Arslan, ‘başörtüsü yasağı” kararı nedeniyle üye hakim Mustafa Yücel Özbilgin’i öldürüp, iki hakimi de yaraladı. Saldırının, provokasyon amaçlı olduğunu anlamak için çok şey bilmeye gerek yoktu. Güpegündüz, güvenlik kameraları ve x-ray cihazı bozulmuş Danıştay’da bir avukat ‘hayalet silah’ olarak tanımlanan glock marka silahla elini kolunu sallayarak içeri girmiş ve hakimlere saldırmıştı. Türkiye gibi geçmişi provokatif eylemlerle dolu bir ülkede “görünürdeki gerçeği” sorgusuz sualsiz kabul etmek ‘makbul vatandaş”ın yapacağı bir şey. Nitekim ulusalcı&laik kesimi, Danıştay saldırısındaki onca soru işaretini görmezden gelip ya da gerçekten görmeyip bu cinayeti “irticai, radikal İslam” eylemi olarak görmeyi tercih etti. Öyle tercih etti çünkü kafa konforuna, inanç ve değerlerine uyuyordu. Devamında ise rahmetli hakimin cenazesine gelen AKP’li bakanlar yuhalandı, başlarına su şişesi atıldı. Medyada, dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ın ismi  cinayetin azmettiricisi  olarak bile anıldı. O sırada dindar kesim ise bu cinayeti sorguladı. Arkasında karanlık tezgahların, derin reflekslerin olduğunu düşündü. Soruşturma ve dava sürecinde de bu sorgulamanın ne kadar haklı olduğu ortaya çıktı. Mahkeme başkanı, tetikçi  avukat Arslan’a ,”Din için yaptığın eyleme neden bardan adam topladın?” sorusu buradaki büyük tezgahı tuzla buz etti.



Bugün ise bir savcı , yine elindeki dosya nedeniyle hedef alındı. Geçmişte konu “başörtüsü” idi bugün Berkin Elvan’ın öldürülmesi dosyası. Danıştay saldırısı gibi öğleden önceki saatlerde gerçekleşen eylemde savcı Mehmet Selim Kiraz, odasında rehin alındı. Gerekçe Berkin Elvan dosyasında failin bulunmaması idi. Nitekim akşam saatlerinde savcı Kiraz, “karanlık” bir eylemde öldürüldü. Cinayetin faillerinin diyalog için çağırdığı isimler, devletin özellikle üst muktedirlerinin cinayet işlenene kadar olaya pek muhatap olmaması, yayın yasağı, profesyonel silahların üst düzey güvenlikli adliyeye sokulması,saldırganların polis ve istihbarat tarafından takip edilmemesi, ülke çapında elektrik kesintisi, cinayetten sonraki savcının ölüm açıklamasındaki çelişkiler hepsi bu cinayeti sıradan bir terör faaliyetinden öte olduğuna dair soru işaretleri. Yani, nasıl Danıştay cinayetinde ne kadar soru vardıysa bugün Çağlayan adliyesi cinayetinde de büyük soru işaretleri var. Ama bugün ne görüyoruz? Dün Danıştay cinayetinde devletin resmi cinayet görüşünü kabul etmeyen dindar ya da İslamcı geleneğin sözcüleri, bugün savcı Kiraz cinayetini sorgusuz sualsiz “terör örgütü”ne bağlayıp, bunun üzerinden provokasyona varan söylemlere girişiyor. Hatta, bu cinayetin tam da amaçladığı gibi olayın “alevi-sünni” çatışmasına gideceği görüldüğü halde bu tahrik üslubu devam ettiriliyor. İşte, bu savcı cinayetine gösterilen tepki bize İslamcılığın geleceği adına bir fikir veriyor. Ulusalcılar gibi, gittikçe marjinalleşen bir zihniyet olma ihtimali yüksek. Türkiye’ye hakim bir zihniyet olması mümkün değil. Çünkü, normal bir toplumsal mutabakatla değil şu anda suni gerilimle inşa edilen bir sistemi temsil ediyor. Bu açıdan bu ülkedeki geleceği bir ulusalcılıktan farklı olmayacak. Yani bu cinayete verilen tepkiyi görünce insan “ulusal İslamcılık” için, ‘olmuş bu olmuş’diyor.