Cuma, Temmuz 15, 2016

Kelepçesine aşık Türk yargısı – Büşra Erdal

Perşembe, Temmuz 14, 2016

Yüksek ama başı eğik bir yargı – Büşra Erdal

Sansür ve Karanlık odadaki kara kedi – Büşra Erdal (Yeni Hayat gazetesi)

Salı, Temmuz 12, 2016



Tehlikenin ne kadar farkındayız? – Büşra Erdal -Yeni Hayat Gazetesi

Gazeteciler özel kin ve garez kapsamında hedef alınıp, hapse tıkılıyor. ‘Makbul gazeteci’ sınıfından olmayanlar için durum daha zor. Değil günler ya da aylar, yıllarca hapiste kalıyorlar. Aynı gazeteciler Mehmet Baransu ve Hidayet Karaca’da olduğu gibi. Baransu, Balyoz darbe planı belgelerini haber yaptığı için 16 aydır tutuklu. Samanyolu TV Genel Müdürü Hidayet Karaca hapiste neredeyse 2 yılını dolduruyor. Şimdi onlara üçüncü isim olarak gazeteci Tarık Toros eklenmek isteniyor.
Baransu’yu haberlerinden, Karaca’yı bir dizi repliğinden tutuklayan iktidar yargısı, Toros için de şapkadan tavşan çıkarır gibi bir suç icat edivermiş. Yılların gazetecisi ‘harp okulu imamı’ oluvermiş. İzmir savcısı Okan Bato’nun soruşturma dosyasından havuz ve paralel havuz medyasına sızan iddialar böyle. Bu yeni tür savcılar sihirbaz gibi; ellerine şapka misali bir soruşturma dosyası alıp, istedikleri kişileri içine atıyorlar. Yeter ki ‘şüpheli’ yapmaya kasıt ve istek olsun, gazeteci olarak girilen o dosyalardan anında ‘imam’ olarak çıkılabiliyor. Bu hiç zor değil neticede delil soran bir sulh ceza hakimi yok! Yani yargı korkunç bir hal aldı. Hukuk, bizzat yargı mensupları ve Saray arasında rezil bir alışverişin kurbanı. Ne gazeteciler ne de vatandaşın hukuk güvencesi var. Bir gazeteci için suç bulunamayınca suç uydurma yoluna gidilmesi son örnek.
Tarık Toros’un hedef alınmasının tek gerekçesi ise gazeteciliğe ve basın özgürlüğüne sahip çıkması. İpek Medya’ya polis baskını olduğunda ekran karartılmadan önce rejiden yapılan son yayında bazı gazeteci meslektaşlarla gazeteci Toros’un hukuksuzluğa karşı duruşuna şahitlik ettik. Hem mesleğe hem de halkın haber alma özgürlüğüne sahip çıkmıştı. Saatlerce rejiden yapılan yayın, polisin kaba kuvvet uygulamasıyla kesilmişti. Tarihi bir andı. İşte o gün basın özgürlüğüne sahip çıkıp hukuksuzluğu ifşa ettiği için Toros’a düşmanlar. Ve o nedenle intikam için aptalca ve o kadar saçma bir suç uyduruyorlar. Bir gazeteci için aleni bir suç uydurma vakası var ve bu ülkede kimse güvende değil. Tehlikenin ne kadar farkındayız?
Makul şüpheye tazminat
Çivisi çıkmış yargı ülkemizde bu şekilde toplumu hedef alırken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden (AİHM) önemli bir karar çıktı. Üstelik bizdeki Anayasa Mahkemesi uygulaması gibi 5 kişilik daireden değil. Temyiz organı olarak görev yapan ve 17 yargıçtan oluşan Büyük Daire, Petru Buzadji isimli bir kişinin Moldova’ya açtığı davada tutuklamanın geçerli gerekçelere dayalı olması gerektiğini, makul şüphe ile tutuklama yapılamayacağını söyledi. Daire, tutuklama ve tutuklamaya devam kararlarının şablon ifadelerden oluşamayacağına hükmetti. Moldova, 2 aylık hapis için 8 bin avro tazminata mahkum edildi.
Anayasamızın 90’ıncı maddesine göre Türk yargısının üstünde olan AİHM’in verdiği bu karar ile AKP’nin getirdiği ‘makul şüphe’ kavramının hukuksuzluğu netleşti. Sulh ceza hakimlerinin basmakalıp gerekçelerle tutuklama karaları artık kağıt parçası, çöp hüviyetinde. Bu kararla Baransu’nun 15 ay şablon gerekçelerle delilsiz tutuklanmasında hak ihlali görmeyen AYM’nin özgül ağırlığı da sıfırlandı. Türkiye’de makul şüphe gerekçesiyle yüzlerce insan 2 yıldan beri tutuklu. Demek oluyor ki ‘paralel’ dedikleri bu cadı avı dosyaları AİHM’den yüklü tazminatlarla dönecek. Yani ey AKP hükümeti, Rus turistleri daha iyi karşılaman lazım! Çiçek yetmez baklava börek de ikram et ki daha çok turist gelsin. Ülke ekonomisi iyi olmalı, çünkü tazminatları ödeyeceksiniz daha…
b.erdal@yenihayatgazetesi.com
 

Cuma, Temmuz 08, 2016

MAVİ MARMARA VE BİR MANKURTLAŞMA HİKAYESİ..Asıl Mankurt Kim?


Asıl Mankurt Kim? (Yeni Hayat Gazetesi - 8.7.2016)
Hizmet hareketine yönelik cadı avı, yolsuzluk iddialarının ortasındaki iktidar partisi liderinin miting meydanlarında hedef göstermesi ve nefret söylemleriyle başladı. Havuz medyası eliyle yayılan bu nefret söylemlerinin bir sonraki adresi ‘paralel torbası’na atılanlar hakkında hazırlanan iddianameler oldu. AKP savcılarının altına imza attıkları metinlerde akla hayale gelmedik iftira ve hakaretler yer aldı.
En mide bulandırıcı iftiralar ise 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasından ‘darbe teşebbüsü’ çıkarmayı kendine görev edinmiş iddianamede var. İstanbul savcısı İsmail Uçar, bu sözde iddianamede Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un “Gün Olur Asra Bedel” isimli romanında kullandığı ‘Mankurt’ efsanesine yer veriyor. Mankurtun, bilinçsiz, köle yapılmış, efendilerine sorgusuz sualsiz itaat eden insanlar olduğunu anlatıyor. Yani Savcı Uçar, hizmet hareketine gönül verenlere ‘Mankurt’ yakıştırması yapıyor. Kavramın ayrıntılarına girmeyeceğim merak edenler Savcı Uçar gibi Google’da kısa bir araştırma yaparak ‘ayrıntılı delil’e, pardon, bilgiye ulaşabilir.
‘Mankurt’ hikâyesi nereden aklıma geldi? Günlerdir İsrail ve Rusya ile barış sürecini takip ettik. İsrail ile barış anlaşması yapan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, dün “Biz izin verdik!” dediği Mavi Marmara gemisi için bugün “Dönemin başbakanına soruldu da mı gidildi?” deyiverdi. Dünün kahramanı gemi, İsrail ile barışırken hain oldu.
Ama lafım muktedir Saraylılara değil, o iktidar ki gücü menfaati için çark edebilir, “Siyasetin ruhu bu…” deyip dönebilir. O ayrı tartışma konusu. Benim lafım havuz medyasına ve tabana. Nasıl insanlar ki, dün ‘kahraman’ diye yere göğe sığdıramadıkları Mavi Marmara, iktidar tarafından gözden çıkarıldığında hemen karşı tarafa geçebiliyorlar? Düne kadar etmedikleri hakaret kalmayan İsrail’e nasıl birden ‘dost ülke’ diyerek methiyeler düzebiliyorlar? Hatta bir yandaş yazar, Filistin tarafından bilerek füze atılıp İsrail’in tahrik edildiğini bile söyledi. Bu ne hızlı dönüş! Hiç mi sabit durduğunuz, bağlandığınız bir değer yok?
İşte bu hal, AKP savcısının 25 Aralık iddianamesinde yer verdiği Mankurtluk hali. Bu ülke, Mankurtluğu Hizmet Hareketi’nde değil ama Mavi Marmara gerçeğinde gördü. Nefsin, makamın, koltuğun, gücün, menfaatin uyuşturduğu, bilinçsizleştirdiği güruh, Mavi Marmara’yı bir günde sattı. Daha başka birçok şey gibi. Ey AKP savcısı, bundan ala Mankurtluk mu olur?
Bayram notları
Bayram tatil ama gündem dolu. Buyurun her biri ayrı yazı konusu bayram notları…
  • Artık bir şehit yakınına araba alırken ÖTV indirimi yapılacakmış. ÖTV indirimi şehit acısını dindirir mi bilinmez.
  • YÖK, Barış Bildirisi’ne imza atan 81 yaşındaki Prof. Dr. Öget Öktem Tanör’ün memurluktan atılmasını istedi. Eşi rahmetli Anayasa hukukçusu Bülent Tanör 28 Şubatçıların hedefiydi, İstanbul Üniversitesi’nden uzaklaştırılmıştı. Öget Hoca da bu dönemin muktedirlerinin hedefinde.
  • Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘yurtseverler tarafından ele geçirildiğini’ söylemiş. Erdoğan ya da danışmanlarından tek kelime itiraz yok. Konu Perinçek olunca Saray bunda da sus pus.
  • Kayyımlar, Akın İpek’in otelinin bahçesinde altın arama kazısı yapıyormuş. Kırk Haramiler masalını aratacak türden bir haramilik örneği. Gülsek mi ağlasak mı bilemedik. Ama kesin olan şu ki bu ülkenin evlatları gelecekte, kendi topraklarının Kırk Haramiler hikâyesini dinleyecek.
  • Son olarak soralım: 43 gündür kayıp olan Hurşit Külter nerede? Devletten cevap yok. Suskunluk, bu topraklarda hiç hayra alamet olmadı.
b.erdal@yenihayatgazetesi.com

Cumartesi, Mart 12, 2016

Toplumun kulağının dibinde patlatılan bomba

                                  


                         

‘Tahir kendini güvende hissetsin diye mezarına duvar ördürdüm’ diyor eski Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin eşi Türkan Elçi. Dört Ayaklı Minare’nin önünde Elçi’yi katleden kurşunun adresi 3 aydan fazla zaman geçmiş ve hala tespit edilememişken, meçhul katilden korunmak için duvarın arkasındaki bir ölü şimdi o. Ölüler mezarda bile güvende değil bu ülkede..

        


 Zaman ise, hayattaki son özgür basın kalelerinden biri yani 30 yıllık gazeteciliğini korumak, onun mezara sokulmasını engellemek için 2 yıldır direndi. 14 Aralık 2014’te yüzlerce polis gazeteye baskın yaparak genel yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı’yı gözaltına aldı. Zaman direndi. 9 Ekim 2015’te bu kez Today’s Zaman’ın  yöneticisi Bülent Keneş için polis baskını oldu, bu hukuksuz girişime karşı çıkıldı. Güvenlik güçleri, 11 Kasım 2015’te Zaman’ın matbaasında yasal olarak basılan ‘Özgür Bugün’ gazetesinin 3 nüshasını teslim almak için tomalar ve helikopter eşliğinde baskına geldi. Yazı işlerine kadar çıkma cüreti gösterildi, buna da tepki verildi. ‘Bunların niyeti kötü, hukuk, kanun dinlemiyorlar, kurtuluş yok’ deyip teslim bayrağı çekmeden haksız ve hukuksuz uygulamalara karşı durdu. Her zaman hukuku, evrensel hukuk ilkelerini, Anayasa’yı ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası hukuk metinlerini hatırlattı. İktidarı, hukuk devleti zeminine davet etti. Sağlam bir zemindeyseniz, onu bırakıp çürük zemine atlamak delilik olur. Onun yerine çürük zemindekini sağlam zemine çağırıp kurtuluş yolu gösterirsiniz. Zaman da bunu yaptı. Hep beraber batmak yerine hep beraber kurtulmak için yol gösterdi. Hakikati söyleme cesaretiyle basın özgürlüğüne sahip çıktı.

           
 Türkiye Cumhuriyeti devletinde bu kadar kısa sürede bu kadar polis baskını ve iktidar baskıyla karşı karşıya kalmış başka bir medya grubu yoktur. Bütün bunlara rağmen en son 4 Mart 2016’da da Sulh ceza hakiminin Zaman’a kayyım atadığı haberi geldi. Gece yarısına doğru binden fazla terör, özel tim ve çevik kuvvet polisi ile gazete binasına baskın oldu. Başlarındaki üç kayyım ile basın özgürlüğünün tabutuna son çiviyi çakmaya geliyorlardı bu kez. Zaman’ın yanında ise ne dış güçler ne de farklı bir kesim, sadece vefalı, inançlı okurları vardı. Yalnız ve güzel bir topluluk. Başörtülü, eli tesbihli kadınlar gazetesine sahip çıkıyordu. Kadın, yaşlı, çocuk demeden acımasızca biber gazı, plastik mermi ve su ile müdahale ettiler. Gazetenin kapısını kırıp girdiler. 

          

Bir iftirayı gizli bir isme ‘tanık’ adı altında söyletip delile dönüştürerek, kanunen yetkili ve görevli olmayan bir hakimlikten alınan karar ile ‘modern bir gasp’ sistemi olan kayyım ataması gerçekleştirildi. İlk günkü manşet ve yayınlara bakılırsa, bu bir havuzlaştırma girişimiydi. Tek emelleri sağır edici bir suskunluk yaratmak. Halkın, toplumun kulağının dibinde patlatılan bir bomba gibiydi kayyım ataması. Sonrasında duyulan ise sadece havuz şırıltıları. Şimdi basın özgürlüğü mezarında. Demokrat kesimlerce bu hukuksuzluklara direnme olmayacaksa yapılacak tek şey kalıyor geriye; basın özgürlüğünün mezarına duvar örmek. Çünkü bu ülkede ölüler bile güvende değil...
  
 



İmza: kayyım tarafından işine son verilen bir gazeteci


Not:4 Mart 2016 Cuma günü kayyım baskını yapıldı, bu yazı ise 7 Mart 2016 tarihli Zaman gazetesi için yazıldı ama kayyım tarafından kullanılmadı. Unutmayacağız, her zaman demokrasi, özgürlük ve hukuk mücadelemiz devam edecek.




Perşembe, Ocak 21, 2016

Toplumun metal yorgunluğu

Toplumun metal yorgunluğu (4.01.2016)

“Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” diyen Yunan filozof Heraklitos, bu sözü söylerken Türkiye'den haberdar değildi pek tabii.
 
Heraklitos, 21'inci yüzyıl Türkiye'sine şahit olsaydı, değişmeyen tek şeyin değişim değil bu ülke olduğuna kanaat getirirdi. Türkiye Cumhuriyeti, 92 yıllık kısa tarihine pek çeşitli darbeler, türlü muhtıralar sığdırdı ama bir demokrasiyi sığdıramadı. 2002-2010 yılları arasındaki kısa bir demokrasi sanrısından sonra sivil iktidar darbesiyle en anti-demokrat haline, aslına rücu etti. Öyle ki rejimin baş ‘kırıcı' unsuru yargı, 1920 ruhuna döndü. İstiklal Mahkemeleri, 1960'ta Yassıada mahkemesi hüviyetine bürünürken bugün de sulh ceza hakimlikleri maskesiyle hortlatıldı. Hatta sulh ceza hakimliklerinin temelinin 2012'de kurulan ‘Özgürlük hakimleri' olduğunu hatırlatırsak ‘İstiklal Mahkemelerinden özgürlük hakimlerine' bu devletin, vatandaşına yaptığı ironiyi es geçmemiş oluruz.
Değişmeyenden bahsetmişken 28 Şubat'ta brifing alan yüksek yargı mensuplarından partili hakimlere, yargıya ‘gizli' ibareli talimatlar veren Çevik Bir paşadan, yargıya ‘gizli' ibareli talimatlar gönderen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a geçiş de bu devlette iktidar zihniyetinin hiç değişmediğinin göstergesi. Kürt meselesinde ise 90'lı yıllarda yakılan köyleri terk edenlerden bugün yıkılan şehirleri terk edenlere…
Yorucu bir değişmeme hali bu ülkenin kendisi. Bu devletin, kısacık tarihine zıt toplum üzerinde oluşturduğu ağır bir yorgunluk var. Kimsenin değişime mecali yok, muhalefet partilerinin bile. 92 yıldır kendini tekrar eden baskı düzeni. Ama ilk kez bu kadar derin bir yorgunluk çöktü toplumun üstüne. Şehitleriyle bu ülkenin dört bir yanından ve yurdunu, hayatını kaybeden insanlarıyla doğudan hissedilen ağır bir metal yorgunluğu var.

Gezi'den, ne darbe ne de örgüt çıktı

AKP hükümetinin 2011'den sonraki baskıcı uygulamaları, 2013 yılında ilk kez ülke çapında toplumsal bir muhalefet ile karşılaştı ve Gezi eylemleri ortaya çıktı. AKP, sokaktan gelen bu muhalefeti bastırmak için önce sert bir polis müdahalesinde bulundu akabinde de ‘darbe teşebbüsü' soruşturmaları başlattı. Gezi eylemleri için ‘darbe teşebbüsü' denilmesi, bu hükümetin sivil muhalefete yönelik ilk ‘darbeci' yaftasıydı. Ancak Gezi'ye açılan ‘darbe teşebbüsü ve terör örgütü' davaları 2 yıl sonunda beraatle sonuçlandı. AKP hükümeti, daha sonra 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarından kurtulmak için de aynı yolu seçti. Önce yolsuzluk soruşturmalarını yapan yargı mensupları ve polislere ‘darbeci' denildi, ardından ‘paralel' yaftasıyla cadı avı başlatıldı. Gezi'den sonra ikinci sivil halka yönelik ‘darbeci ve örgüt' suçlamalarının hedefi Hizmet Hareketi oldu. Dolayısıyla aynı Gezi'de olduğu gibi Cemaat yargılamalarından da ‘darbe ve örgüt' çıkmayacak.

25 Aralık iddianamesinin savcısı Binali Yıldırım mı?

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, 25 Aralık iddianamesiyle ilgili yazdığım “Yolsuzlukları, nefret söylemiyle örtme girişimi (6.10.2015)” başlıklı yorumuma erişim yasağı koydurmuş. Yorumda, savcının kurgu ‘darbe teşebbüsü' iddianamesindeki hukuk dilinden uzak üslubu, nefret dili eleştiriliyordu. Ama erişim yasağı koyduran Haberleşme Bakanı Yıldırım. Yoksa kurgu iddianameyi yazan savcı Uçar değil de Binali Yıldırım' mı?

https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=472620914189548648#editor/target=post;postID=6225376435943643487