Cuma, Ekim 11, 2013

[HABER ANALİZ] Yargıtay’ın Balyoz’daki ana yaklaşımı: Delil bütünlüğü (11.10.2013, ZAMAN)

Yargıtay, Balyoz darbe planı davasına ilişkin 68 sayfalık gerekçeli kararını açıkladı. Bu karar, binlerce sayfalık dava dosyasına dair tartışmaların ana bir özeti ve cevabı niteliğinde. 

Yargıtay, gerekçesini genel hukuk ilkeleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ve kendi içtihatlarından yola çıkarak hazırlamış. Yani, MLKP, Hizbullah davalarına nasıl baktıysa, Balyoz dosyasında aynı ölçüleri kullanmış. Tabii ki davanın özelliğine göre, emir-komuta zinciri, askeri yargı-sivil yargı, görev suçu, yetki-görev tartışmalarına da kendi zaviyesinden açıklık getirmiş. Yani geçmiş uygulamalarıyla uyumlu bir sonuca varmış. Genel bir tespitten sonra Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin delillere yaklaşımını değerlendirmekte fayda var. Ama öncelikle, ilk günden itibaren Balyoz delilleri ve sanıkların yaklaşımına bakalım. 20 Ocak 2010’da Taraf Gazetesi’nde “Fatih Camii bombalanacaktı” diye haber çıktığında cuntanın bir numarası Çetin Doğan, ilk açıklamasını bir internet sitesine yaptı. “TSK’nın, nitelikleri Anayasa’da yazılı Türkiye Cumhuriyeti’ni her türlü dış ve iç tehditlere karşı koruma ve kollama görevi bulunmaktadır. İç tehdide karşı koruma görevi kapsamında TSK’nın her kademesinde elbette planları vardır.” dedi. Aynı günün akşamı katıldığı TV haber programında ise ‘u’ dönüşü yapıp, haberlerin senaryo olduğunu savundu.

Ama hukuki süreç de başlamıştı. Bu kapsamda Çetin Doğan ve arkadaşları 22 Şubat 2010’da gözaltına alındı. 24 Şubat 2010’da Balyoz belgeleri için “belgeler gerçek ise bu bir darbe planıdır” diyen askeri bilirkişi raporu savcılığa ulaştı. TÜBİTAK da Balyoz CD’lerinin içerikleri ile üst verilerinin birbiriyle uyumlu olduğuna dair rapor verdi. Doğan ve ekibi tutuklandı. Mart 2010’da 1. Ordu Komutanlığı Askeri savcılığı atağa geçip, Balyoz belgelerinin sahte olduğunu söyleyen yeni bir rapor açıkladı. Bununla birlikte belgelerle ilgili “sahte dijital delil” kampanyası da başlamış oldu. Sanıkların bütün savunma stratejisi bunun üzerine kuruldu. Dosyadaki plan seminerinin ses kayıtları, diğer yazışmalar, ifadeler göz ardı edildi.

Sanık tarafı böyle yapsa da ne mahkeme ne de Yargıtay bu delilleri göz ardı etmedi. Plan semineri, Yargıtay’ın 68 sayfalık gerekçeli kararında tam 11 sayfa yer tuttu. Seminerin yapılış şekli, oradaki konuşmalar, sahte olduğu iddia edilen CD’lerin içerikleri ile karşılaştırıldı. Doğan’ın seminerde yaptığı konuşma ile Balyoz belgesinin içerik olarak benzer olduğu tespit edildi. Yine seminerde yapılan sunumlarla el konulacak birimler, gözaltına alınacak kişilere dair bilgilerin de aynı olduğu belirtildi. Seminer konuşmaları ile Balyoz belgelerinin birbirini teyit ettiği sonucuna varıldı. Balyoz belgelerinde ismi geçen sanıkların yaptıkları işlemler ile o dönemki görevlerinin yine uyumlu olduğu tespit edildi. Gölcük Donanma Komutanlığı ve Eskişehir’de sanık Hakan Büyük’ün evinde delil ele geçirilmesi ise “hayatın olağan akışına uygun” bulundu. Bütün aramaların hukuka uygun şekilde, ihbar sonucu yapıldığı, kayda alındığı belirtildi. Hatta Gölcük’teki aramada 2 savcı ve askeri yetkililerin hazır olduğu, 9 çuval belgenin bulunduğu İstihbarat Karşı Koyma birimine de görevliler dışında kimsenin de girmesinin imkanı olmadığı özellikle vurgulandı. Sanıkların dijital delillerin ele geçirildikten sonra değiştirildiği yönündeki iddialarının somut hiçbir dayanağının olmadığı tespit edildi. Ele geçirilmeden önce değiştirilmesi iddiası ise, “Belgeler zaten sanıkların kendi alanlarında, askeri bölgede” şeklinde bir yaklaşımla dikkate bile alınmadı.

http://www.zaman.com.tr/gundem_yargitayin-balyozdaki-ana-yaklasimi-delil-butunlugu_2150678.html

[HABER ANALİZ] Kararda rakamlar değil tespitler önemli (10.10.2013, ZAMAN)

Yargıtay, 361 sanıklı Balyoz darbe planı davasını, yargılamada 3’üncü yılı dolmadan sonuçlandırdı. Bu, Ergenekon’la başlayan darbe yargılamaları sürecinde Yargıtay’dan çıkan ilk karar.
Rakamsal bazda beraat ya da mahkumiyetten ziyade, Yargıtay’ın “darbe teşebbüsü suçu, deliller” konusunda yaklaşımı çok önemli. Yargıtay, dosyadaki delillere göre, dönemin 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan liderliğinde bir cunta yapılanmasının TSK içinde suç işlemek için bir araya geldiğini kaydetti. Balyoz delillerinin hukuki olduğunu söylerken, bunlar ışığında “darbe teşebbüsü” suçunun da işlendiğini tescil etti. Yani, sanıkların temel savunma argümanı “sahte dijital deliller” iddiası tamamen çökmüş oldu. Usule ilişkin bozma olmadı. Yani günlerce tartışılan “yetki-görev”, tanık dinletme gibi konularda mahkemenin hukuk usulüne uygun davrandığı tespit edildi. Esasa ilişkin ise kararın ayrıntısına bakılacak olursa, dikkat çeken hususların başında 25 sanık hakkındaki mahkumiyetin bozulması geliyor. Darbe planı yapıldığı sırada 1. Ordu’da idari görevli olan Tuğg. Abdullah Dalay, Kara Kuvvetleri Komutanlığı adına Balyoz seminerine gözlemci olarak katılan Tevfik Özkılıç, dönemin Jandarma İstihbarat Başkanı Tuğg. Halil Helvacıoğlu bu isimlerden birkaçı. Yine SUGA eylem planında ismi yer alan Tuğamiral Ahmet Türkmen ve Balıkesir İl Jandarma Komutanı Albay Ali Aydın, Bursa Jandarma Komutanlığı’nda görevli Abdurrahman Başbuğ da Yargıtay’ca beraat ettirilenlerden. Mahkumiyet kararı bozulan isimlerin çoğunun Jandarma Komutanlığı mensubu olması dikkat çekiyor.

Kararda önemli olan bir nokta da Balyoz soruşturmasının başından beri gündeme getirilen “suç için anlaşma” suçu. Sanık avukatları bütün sanıkları bu suça katmak istese de, Yargıtay 63 sanığın “suç için anlaştığı” ancak soruşturma başlamadan bu ittifaktan çekildikleri için de onlara ceza verilemeyeceğini belirtti. Bu sanıklar ise genel olarak SUGA eylem planı ve EK-A gibi listelerde adı geçenler. Hatırlarsak EK-A listesinin başında “Balyoz Harekât Planı’nın “İcra” bölümünde “Balyoz Güvenlik Harekât Planı kapsamında kendilerine kişiye özel olarak görev tevdi edilen ve bu onurlu görevi kabul eden personel” şeklinde yazıyordu. Yani EK-A listesindekiler darbe teşebbüsüne katılmayı kabul etse de, sonradan kendi iradeleri ile vazgeçmiş sayıldılar. Bu da, yine dosyada “kurunun yanında yaş da yandı” şeklindeki tartışmaları sonlandırmış oluyor.

Yargıtay’ın onaması ile 237 sanık hakkındaki mahkumiyet kararı kesinleşmiş oldu. Bundan sonra iç hukuk yollarının tüketilmesi için sanıkların önünde iki yol var. Ceza avukatı Erdal Doğan’a göre, sanık müdafileri bir ay içinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurup karar düzeltme talebinde bulunmasını isteyebilirler. Başsavcılık da, başvuruyu Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na götürebilir. Ama bu, uygulamada pek sonuç çıkaran bir yöntem değil. Son iç hukuk adımı ise Anayasa Mahkemesi’ne gitmek olacak. 237 sanık, 12 Eylül referandumu ile birlikte getirilen “bireysel başvuru” hakkı kapsamında AYM’ye başvuracak. Yine mahkumiyetlerin haklılığı yönünde karar çıkarsa AİHM’ye gidebilecekler. Dosyada bozma kararı verilen kısım ise tekrar İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yani eski özel yetkili mahkemeye (ÖYM) gelecek. Mahkemenin önünde iki seçenek var; ya bozmaya uyup yeniden hüküm tesis edecek ya da eski kararında direnecek. Her şekilde haklarında bozma kararı verilen sanıkların yolu Yargıtay’dan geçecek.


http://www.zaman.com.tr/gundem_kararda-rakamlar-degil-tespitler-onemli_2149995.html

Pazartesi, Ekim 07, 2013

Darbe davalarında çözülme (Ekrem Dumanlı, 7.10.2013, ZAMAN)


Darbe davalarında çözülme

Geçenlerde hukukçu bir AK Partiliye rastladım. Milletvekilliği gibi önemli ve aktif bir vazife de ifa ettiğini söylersem sanırım anlatacaklarım biraz daha mana kazanır. Mesleğinden mütevellit, darbe davalarını çok yakından biliyor. Usta adliye muhabirimiz Büşra Erdal’ı sordu. İlginçtir; 28 Şubat davası ile ilgili yorumunu da öğrenmek istedi. Erdal’ın o davanın daha başında yazdığı analizi siz değerli okurlarımız da hatırlayacaktır. Kısaca diyordu ki, “Bu dava fazlaca gayri ciddi başladı; böyle devam ederse bu süreçten herhangi bir sonuç alınamaz.” Ve maalesef yaşananlar bu tezi doğruluyor gibi...
Rastlaştığım hukukçu da Büşra Hanım’a hak verdi, “Maalesef 28 Şubat yargılaması doğru bir mecrada ilerlemiyor.” dedi. Ben de, 12 Eylül darbe davasının da yanlış yürütüldüğüne dair kanaatimi söyledim. Yazmıştım da bu düşüncemi. Çünkü 12 Eylül davasını üç beş yaşlı generalin üzerinden yürütmek, onca itirafa ve suç duyurusu sayılabilecek dokümana rağmen davayı darbe konseyinin ihtiyar üyelerine hasretmek hem davayı güdük bırakıyor hem de vicdanlarda başka acılara neden oluyor.
12 Eylül üzerine pek konuşmak istemedi anladığım kadarıyla. O, 28 Şubat yargılamasının akamete uğratıldığına inanıyordu. Birkaç sebep söyledi; ama onlardan biri gerçekten de düşündürücüydü. “Darbe soruşturmalarını İstanbul’da yürüten savcılar ve hâkimler büyük bir kahramanlık göstererek hayatlarını tehlikeye attı, öyle vazife yaptılar. Ama ne yazık ki onları çok hırpaladık... Şimdi kim katlanır o çileye bilemiyorum.” Doğru söze ne denir...

http://www.zaman.com.tr/ekrem-dumanli/anadilde-kritik-kavsak_2148195.html

Salı, Ekim 01, 2013

Ankara’da tuhaf bir 28 Şubat davası (Aksiyon Dergisi)

Ankara’da tuhaf bir 28 Şubat davası

 
 
 
9 Eylül 2013 / BÜŞRA ERDAL
Tarihî dava sanık ve mağdurların itirazlarıyla başladı. Mahkemenin bazı tutumları ve mekân yetersizliği Ankara’nın darbe davaları için hazır olmadığı eleştirilerine yol açtı.
‘Bin yıl sürecek!’ denilen 28 Şubat, 16 yıl dayanamadan bitti. ‘Postmodern’ darbenin mimarları olan dönemin Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) komuta kademesi kendini önce savcılık, sonra da hâkim karşısında buldu. 28’i tutuklu 103 sanık hakkında, eski Türk Ceza Kanunu (TCK)’nun 147’nci maddesine göre ‘darbe teşebbüsü’ suçundan 15 yıldan 20 yıla kadar hapis cezası talep edildi. 2 Eylül’de başlayan duruşma ise ilginç görüntülere sahne oldu. Her ceza davasında olduğu gibi ilk olarak kimlik tespiti yapıldı, sonra sanıklar ve avukatlarının usule ilişkin talepleri, itirazları dinlendi. Daha sonra da 1309 sayfalık iddianamenin okunmasına geçildi. Ve davanın 4’üncü duruşmasındaki tahliye kararları sonucu, 38 sanıktan 28’i tutuklu kaldı. Bu süreçte, mahkeme başkanının dosyaya hâkim görünmeyen, mahkemeyi dağınık bırakan yaklaşımı da mağdurlar ve avukatlarının tepkisine sebep oldu.

28 Şubat duruşmalarına geçmeden önce, geçmişteki hukuki süreci hatırlamakta fayda var. Darbecilerin yargılanması Ergenekon ve devamında Balyoz davasıyla Türkiye’nin gündemine girdi. 12 Eylül 2010’daki referandumdan sonra ise geçmişteki darbelerin aktörleri yargı karşısına çıktı. Bunların başında 28 Şubat darbesinin arkasında bulunan TSK komuta kademesi geldi. 28 Şubat’a ilişkin soruşturma, Ankara Barosu’na kayıtlı avukat Yunus Akyol’un suç duyurusunun ardından başlatıldı. Akyol, Nisan 2011’de başsavcılığa verdiği şikâyet dilekçesinde, Refah Partisi ile ikinci Doğru Yol Partisi’nin koalisyon yaparak kurdukları 54. Hükümet’in 28 Şubat 1997’de yapılan darbeyle görevden uzaklaştırıldığını ifade etti. Dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ve kuvvet komutanlarının da aralarında bulunduğu kişiler hakkında soruşturma açılması istendi. Daha sonra çok sayıda suç duyurusu dosyaya eklendi. Ankara Özel Yetkili Savcısı Mustafa Bilgili tarafından yürütülen soruşturmanın iddianamesi Mayıs 2013’te tamamlandı. 75’i tutuklu 103 sanık hakkında hazırlanan 1309 sayfalık iddianamede 1 numara dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı oldu. Yine davanın dikkat çeken isimleri arasında Çevik Bir (Genelkurmay 2. Başkanı), Çetin Doğan (Genelkurmay Harekât Başkanı), Erol Özkasnak (Genelkurmay Genel Sekreteri), Muhittin Erdal Şenel (MGK Genel Sekreteri), Fevzi Türkeri (Jandarma Genel Komutanı) ve Kemal Gürüz (YÖK Başkanı) de var. Bu sanıkların yargılanmasına 2 Eylül 2013’te başlandı. İddianamede 481 mağdur ve müştekisi vardı. Dolayısıyla Ergenekon ve Balyoz’daki gibi sadece sanık yakınları değil, bu kez mağdurlar da mahkeme salonunda yer aldı. Dava için, Ankara 10 ve 11. Ağır Ceza Mahkemeleri’nin kullandığı salonlar birleştirilmiş, 11 Ağır’ın salonu mahkeme heyeti, savcı, sanık, avukatlar ve gazetecilere, diğeri ise müşteki ve izleyicilere ayrılmıştı. Salon büyüklük anlamında yeterli olsa da teknik altyapıda sorunlar çıktı. Ses sistemi bozuk olduğu için başkanı duymak zor oldu. Diğer taraftan 600’den fazla kişinin yer aldığı salona klima konulmamıştı. Bu da içeride sağlıklı bir ortam oluşmasına engel oldu.

Yargılama safhasında da dikkat çekici gelişmeler yaşandı. Özel Yetkili Mahkemelerin yerine kurulan Terörle Mücadele Kanunu (10) ile görevli mahkemelerden Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi, yargılamayı açtı. Sanıkların kimlik tespiti sırasında 1 numaralı sanık Karadayı’nın sağlık raporu alarak duruşmaya katılmadığı anlaşıldı. Daha sonra sanık ve avukatlar usule ilişkin itirazlarda bulundu. Mahkeme başkanının ilginç tavırları ‘duruşmaya hâkim olmadığı’ görüntüsü oluşturdu. Zaman zaman üye hâkim mikrofonu eline alıp duruşmayı yönetti. Sanıkların ilk itirazı alışık olduğumuz ‘görevsizlik’ konusunda geldi. 28 Şubat’ın, darbe iddiası ile daha önce suç duyurusuna konu olduğu ve bu konuda mahkemece verilmiş ret kararı bulunduğu belirtildi. Devamında, emekli Orgeneral Karadayı’nın avukatı Erol Aras, savcının hukuka aykırı dava açtığını, yargılama yerinin Yüce Divan olduğunu söyledi. Bir başka sanık avukatı da, iddianameyi hazırlayan savcı için, “Savcı görev suçu işledi, dosyayı buraya getirdi. Bundan dolayı ileride hesap verecek. Mahkeme, cezai şartı yokluğundan dosyayı bitirsin. Mahkeme, savcının görev suçuna iştirak etmesin, yargılamayı durdursun, bitirsin.” diyerek tehditlerde bulundu. Bazı sanık avukatları da, soruşturma safhasında tutuklama kararı veren hâkimin heyette bulunduğu gerekçesiyle ‘redd-i hâkim’ talebinde bulundu. Mahkeme heyeti, taleplerin tamamını reddetti. Sanıkları yargılayacak mahkemenin TMK 10 ile görevli mahkeme olduğu vurgulandı.

MGK tutanaklarına ‘sır’ zırhı
 
28 Şubat davasının temelini oluşturan MGK kararları ve devamında hükümeti düşürmek için kurulan Batı Çalışma Grubu ve çalışmaları. Burada 28 Şubat MGK toplantısının tutanakları önem kazanıyor. O toplantıda hükümete yapılan baskılar kayda geçmişti. İşte, soruşturma safhasında savcılık suça konu bu belgeleri MGK’dan istedi; ancak olumsuz cevap aldı. TCK ve MGK kanunlarındaki düzenlemeler gerekçe gösterilerek tutanakları göndermedi. Bu kez dava başladıktan sonra mahkemenin, tutanaklarla ilgili MGK’ya yazı yazdığı ortaya çıktı. Mahkeme, 16 Haziran tarihli yazısında, “MGK Genel Sekreterliği’ne yazı yazılarak 28.02.1997 tarihli Millî Güvenlik toplantısına ilişkin tutanakların 2945 sayılı kanunun 10. maddesine göre açıklanıp açıklanmadığı, bu yönde bir karar alınıp alınmadığı hususunun sorulmasına, açıklanmış ise bir örneğinin gönderilmesinin istenilmesine…” demişti. Bu yazı üzerine MGK tutanakları göndermedi. Zaten yazıya bakıldığında mahkemenin isteme şeklinin sorunlu olduğu görülüyor. Mevzuata göre, tutanaklar açıklanmaz ama mahkeme istediği zaman görebilir. Mahkeme başkanı, duruşmada, yazılarına rağmen MGK’nın tutanakları  göndermediğini söyledi. MGK ise ertesi gün, mahkemenin istediği zaman tutanakları görebileceğini açıkladı. MGK ile mahkeme arasındaki bu ‘tuhaf’ tutum da davaya ilişkin bazı soru işaretleri oluşturdu. Öte yandan, bu kriz hâlâ ‘devlet sırrı’ kavramının yargıyı tıkadığını gösteriyor.

28 Şubat soruşturması ve davasında öne çıkan bir diğer gelişme sanıkların tahliye şekli. Savcılık iddianameyi hazırlayıp mahkemeye gönderdikten sonra mahkeme kabul kararıyla birlikte 37 sanığı tahliye etti. Bu kez ikinci duruşmada Teoman Koman rahatsızlandı. O da hemen duruşma arasında tahliye edildi. Daha sonra 4’üncü duruşmada eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Org. Hikmet Köksal, eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Org. Ahmet Çörekçi, eski MGK Genel Sekreteri emekli Org. İlhan Kılıç, eski Jandarma Genel Komutanlığı Harekât Başkanı Korgeneral Hakkı Kılınç, eski Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı Korgeneral Çetin Saner, emekli Korgeneral İzzettin İyigün, eski Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Abdullah Kılıçarslan, emekli Korgeneral Kamuran Orhon ve eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz tahliye edilen isimler oldu. Mahkeme, ilk duruşmaları 2-6 Eylül tarihleri arasında belirlemişti. Yani, yargı teamüllerine göre tahliye taleplerini de 6 Eylül’de değerlendirmesi gerekiyordu. Bu tarihi beklemeden bir gün önce talepleri alıp 9 sanığı serbest bıraktı. Daha savunmaları alınmadan, sorguları yapılamadan gelen tahliyeler yine soru işaretleri oluşturdu.

Çarşamba, Eylül 04, 2013

Delilleri en sabit darbe


 
 
HABER ANALİZ
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
3 Eylül 2013
Ergenekon davasıyla başlayan Türkiye’nin darbe ve darbecilerle mücadelesinin son ve büyük halkası 28 Şubat postmodern davası.
Ergenekon davası ile ‘darbe planları yapan ve darbe için kaos oluşturan’ derin yapıyı, ‘Balyoz’ ile 2002-2003 yılında aktif olan cuntayı yargılayan Türk yargısı, 12 Eylül referandumundan sonra 30 yıllık 12 Eylül darbecilerini hakim karşısına çıkardı. Bu süreçte eksik kalan en önemli ayaklardan biri de 28 Şubat postmodern darbesiydi. O davanın mimarları da dün ilk kez hakim karşısına çıktı.

Tutuklu 37 sanık ile çok sayıda tutuksuz sanık Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi salonundaydı ama gözler davanın bir numarası emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’yı aradı. Karadayı, sağlık raporu alarak duruşmaya gelmemişti. Salonda göze çarpan bir diğer konu ise geleceğin yargı mensupları olan çok sayıda kızlı-erkekli stajyer hakim-savcının salonda duruşmayı baştan sona ilgiyle, not alarak takip etmesiydi.

28 Şubat davasının ilk duruşmasında, Ceza Muhakemesi Kanunu’na (CMK) göre kimlik tespitleri yapıldı. Bu sırada usule ilişkin söz alan sanıklar ve avukatları 28 Şubat davasının askeri savcılığın görev alanında olduğunu söyleyerek usule uygun açılmadığını iddia ettikleri davanın, bütün sanıklar beraat ettirilerek kapatılmasını istedi. Hatta bir sanık avukatı, savcının ileride 28 Şubat iddianamesinden dolayı hesap vereceği, ceza alacağı tehdidinde bulundu. Mahkemenin de savcının işlediği ‘görev suçu’na iştirak etmemesini söyleyecek kadar ileri gitti. Balyoz davasında 20 yıl hapis alan ve 28 Şubat’ın uygulayıcısı Batı Çalışma Grubu’nun (BÇG) kurucusu Çetin Doğan da, “Bana, atılı suça dayanak gösterilen bir tek belge gösteremezsiniz.” dedi.

Bütün bunlar, bugüne kadar hem Ergenekon hem de Balyoz  davalarında sıkça ileri sürülen itirazlardan. Ama bu itirazlar savcıların iddianamesi ile karşılaştırıldığında çok da muteber değil. Savcılar, “Darbe görev değildir, dolayısıyla darbeye teşebbüs suçu da görev suçu olamaz.” diyor. Avukatlar bu yaklaşımı hukuki bulmasa da, savcıların tespitini 12 Eylül referandumunda geçen ‘askerlerin, devletin güvenliğine ilişkin suçlardan adli mahkemelerde yargılanacağı’ düzenlemesi doğruluyor. Aynı durum Genelkurmay başkanları için de geçerli.

Öte yandan, iddianameye bakıldığında 28 Şubat darbe davasını diğer 3 davadan ayıran özellikler hem yakın tarihte gerçekleşmesi hem de ıslak imzalı, Genelkurmay onaylı delillerle sabit olması. Çünkü dosyaya gönderilmiş onlarca belge var. (Ama bunun yanında Milli Güvenlik Kurulu, hâlâ 28 Şubat tutanaklarını ‘devlet sırrı’ kalkanının arkasına saklanarak göndermemekte direniyor) Ankara savcıları, 1.309 sayfalık iddianamenin daha ilk sayfalarından itibaren ardı ardına ‘ıslak imzalı’ belgeleri delil olarak koyuyor. Bunlar içinde BÇG’nin kurulması kararları, BÇG şeması, Batı Eylem Planı, BÇG kapsamında yapılan fişlemeler, BÇG’nin çalışma amacı, hükümetin düşürülmesine yönelik faaliyetleri gösteren toplantı tutanakları, Cumhurbaşkanı’na verilen brifing gibi çok sayıda altında dönemin komutanları İsmail Hakkı Karadayı, Çevik Bir, Erol Özkasnak, Çetin Doğan ve alttaki subayların imzası olan belgeler var.

Kaldı ki, Ankara savcılığı Nisan-Mayıs 2012’deki sorgularda bu sanıklara sorduğunda hepsi söz konusu bütün belgeleri kabul ediyor. Aynı zamanda, İstanbul Savcılığı’nın Gölcük Donanma Komutanlığı’nda yaptığı aramada ele geçen ve çoğu fişleme olan 28 Şubat belgeleri de dosyada. Bu resmi tamamlayan açıklama ise dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak’tan geliyor. 2001’de bir TV programına katılan Özkasnak, tam da olduğu gibi 28 Şubat darbesini şöyle açıklıyor: “Bu sürece de çok güzel bir isim takmışlar; ‘postmodern darbe’ demişler. Aslında ‘postmodern darbe’ bence buna yakıştırılan en iyi isim. Bu postmodern darbe, tereyağından kıl çeker gibi, eski darbelere benzemeyen, bir şekilde hiç kan akıtmadan, hiç kimseyi üzmeden, gayet usulüne uygun bir şekilde demokratik uygulamalarla, Milli Güvenlik Kurulu tarafından da benimsenerek, devletin başındaki en büyük insandan ilgili bakanlara kadar hepsi de dahil edilerek, hatta halkımız ortak edilerek sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla, çok başarılı bir şekilde yürütülen bir süreçtir.” Yani Çetin Doğan her ne kadar ‘tek bir belge gösteremezsiniz’ dese de 28 Şubat, ‘postmodern darbe’ iddiasını doğrulayan tam teşekküllü darbe davası.

http://www.zaman.com.tr/_delilleri-en-sabit-darbe_2128664.html

Cuma, Ağustos 23, 2013

Ergenekon, siyasi olduğu kadar hukuki bir davadır



 
12 Ağustos 2013 / MEHMET ÖZDEMİR 
 
Yazdığı haberler üzerine hakkında açılan 75 dava yüzünden son beş yılı Silivri ile Bakırköy Adliyesi arasında geçen Büşra Erdal, ‘Kafası Karışanlar İçin Ergenekon’ kitabını yazdı. Ona göre, davanın siyasi olması, aynı zamanda hukuki olmasını engellemez.
Büşra Erdal, Ergenekon soruşturması ve dava sürecini en yakından takip eden gazetecilerden biri. Bir taraftan süreçle ilgili gelişmeleri takip etti, bir taraftan da ‘gizliliği ihlal’ gerekçesiyle kendisine açılan onlarca davayla başa çıkmaya çalıştı. Bu yüzden, sürecin ilk günlerinde Beşiktaş Adliyesi ile Bakırköy Adliyesi arasında, son beş yılda da Silivri ile Bakırköy Adliyesi arasında mekik dokudu. Son altı yılı yollarda ve mahkeme salonlarında geçti, evine çok az uğradı. Kararın açıklanmasına günler kala ‘Kafası Karışanlar İçin Ergenekon’ adlı kitabı yayımlandı. Zaman Gazetesi Yargı Muhabiri Erdal ile kitabını ve Ergenekon davasının bilinmeyen ayrıntılarını konuştuk. 
-Kitabın adına bakılırsa Ergenekon konusunda epey kafa karışıklığı olduğunu düşünüyorsunuz. Karışıklık sadece davanın büyüklüğünden, iddianamelerin çokluğunda mı kaynaklanıyor, yoksa başka etkenler de var mı?
Aslında her ne kadar ‘kafası karışanlar için’ desek de Ergenekon’u merak eden, son 6 yılda neler oldu bilmek isteyen herkesin okuyabileceği bir kitap. Bu tabir daha çok, büyük dosya, fazla belge arasında kaybolmuş insanlara ana mevzuu, ana suçlamaları anlatmayı amaçlıyor. Öte yandan kafa karışıklığı tabii ki sadece dosya büyüklüğünden kaynaklanmıyor. Ergenekon davası, Türkiye’nin ilk derin devlet ve darbe teşebbüsü davası. Haliyle önemli insanların yargılandığı bir süreç. Bu anlamda sanık avukatları ve medyanın bir kısmı tarafından, dava üzerinden oldukça kara ve gri propaganda amaçlı yayınlar yapıldı. Kamuoyu bilinçli olarak manipüle edildi. Ben de bu kadar bilgi kirliliğinin olduğu yerde insanlara şahit olduğum ve belgelerin de doğruladığı gerçekleri yalın bir üslupla anlatmak istedim.
-Ergenekon için ‘Herkesin bildiği sır’ tanımı yapıyorsunuz. Bu ‘herkes’in içine en çok gazeteci ve siyasetçiler giriyor; ama en fazla itiraz hatta sulandırma çabası onlardan geldi. Neden?
Evet, aslında Ergenekon ‘herkesin bildiği bir sır’ idi. Başta da gazeteci ve siyasetçilerin... Susurluk kazasından sonra medyada ilk kez Ergenekon ismi çıkıyor, bunu Ergenekon davasında mahkûm olan Erol Mütercimler söylüyor. Bunu bazı gazeteciler kitap haline de getirdi. Ama 2007’ye gelindiğinde, o yapı ‘ulusalcı’ ideolojiyle yargı önüne çıkmaya başladığında, 90’larda Ergenekon karşıtı olanların birden Ergenekon’un yanında olduğunu gördük. Bunun sebebi çeşitli. Öncelikle 90’lardan kalma, kafasında derin devleti sadece ‘Susurluk’ ile özdeşleştiren, ondan bir adım öteye gidemeyen bir solculuk var. Derin devleti; polis, siyasetçi ve ülkücü kökenli ‘faşist’ tetikçilerden oluşan yapı diye düşünüyorlar. Bu yapının 2000’lerde kendi ideolojilerine yakın kişilerden oluştuğu da ortaya çıkınca inkâr politikasına geçtiler. İkinci olarak da bu Ergenekon yapısının içinde olup da savcılık tarafından deşifre edilememiş isimler yine sulandırma, itibarsızlaştırma ve hatta davayı bitirme çabalarını sürdürüyor bence.
-Sanıklar ve onları savunanların daha çok kitap yazdığı görülüyor. Onlar mı çalışkan, iddiaların haklılığına inananlar mı tembel?
Ergenekon davasının haklılığına inanan kesimde hem tembellik hem de kendine güven var belki. Zaten savcılar iddianameleri yazdı, mahkeme de yargılıyor, medyada bu davanın haklılığını yüksek sesle söyleyen bir taraf da var diye tembellik yapılıyor sanki. Diğer taraftan sanıklar ve Ergenekon yapısını destekleyenler ise kendilerince bir ölüm-kalım savaşı veriyor. Bu anlamda onlar daha fazla asılıyor. Böyle bir gerçek var. Benim açımdan ise tembellik belki bir nebze olabilir ama asıl sebep kapsamlı bir davalar silsilesini takip ettiğim için yazmaya fırsat bulamamam. Balyoz davası bitince kitaba yoğunlaştım ve tamamlayabildim. Ama o kadar kapsamlı bir dosya ve Türkiye’nin yıllardır beklediği bir süreçti ki bunu kamuoyuna iyi anlatmak gerekiyor. Burada da iş gazetecilere düşüyor.
-‘Bu siyasi bir davadır’ sözü sık duyduğumuz eleştirilerden biri. Özellikle CHP her fırsatta bunu dile getiriyor. Dava gerçekten siyasi mi?
Evet, Ergenekon davası, ‘siyasi’ bir dava. Çünkü darbe, özünde siyasi bir suç. Bu anlamda hükümeti, halkın seçtiği iktidarı düşürmeye, ortadan kaldırmaya ya da iş göremez hale getirmeye dönük eylemleri konu alan bir dava. Ama aynı zamanda hukuki bir dava.
-Bunu biraz açabilir misiniz?
Bir davanın siyasi boyutunun olması hukuki olmadığı anlamına gelmez. Terör örgütü davaları da bir boyutuyla siyasidir. Dolayısıyla burada önemli olan davaya dair niteleme değil, davanın kanuna uygun işleyip işlememesidir. Ergenekon davasında da Türk Ceza Kanunu’nda yer alan suçlardan Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre yargılama yapılmıştır. Dolayısıyla hukuki bir davadır.
-Sanık tarafının bir iddiasına göre bu dava polisin bir komplosu. Oysa kitapta polisin soruşturmayı başlatan Savcı Zekeriya Öz’e epey direndiğini anlatıyorsunuz. Bu daha önce bilinmediği için mi ifade edilmedi?
Ergenekon soruşturması birden başladı ve genişledi. Başında ‘Ergenekon’ ismi de pek bilinmediği için soruşturma sürecinin ayrıntılarıyla ilgilenilmedi. Ben sonradan yaptığım araştırmalarda bu detaylara ulaşınca kitapta yer verdim. Hakikaten dosyadaki belgelerin izini sürüp hukuki muhakemesini yapınca ve net bilgiye ulaşınca bu tür komplo teorilerinin yerle bir olduğunu görüyorsunuz. Yani Ergenekon’un polis kumpası, komplosu olduğunu dosyadaki deliller, tanıklar, yani somut bilgiler yalanlıyor.
-Yine kitabınızdan Savcı Öz’ün hem Emniyet’e hem Genelkurmay’a hem de MİT’e direnerek soruşturmanın üstüne gittiğini öğreniyoruz. “Sonun Ferhat Sarıkaya gibi olur!” diye korku pompalanmasına rağmen ondaki motivasyonun kaynağı ne idi?
Bu motivasyon tamamen Öz’ün kişiliğiyle alakalı. Bazı insanlar için ‘Kimseye eyvallahı olmayan’ tanımlaması yapılır ya, Zekeriya Öz de tam buna uyuyor. Birden kendini hiç beklemediği, ummadığı belgelerin arasında buluyor. Bu belge ve dokümanların izini sürerek Ergenekon’a ulaşıyor. İnatçı bir yapısı var. Bir kere elindeki soruşturmaya inanmışsa sonuna kadar peşini bırakmayan bir savcı. Bu özelliği, sadece Ergenekon soruşturmasında değil, diğer işlerinde de görülüyor. Mesela, yıllar önce ‘Serpil öğretmen’ isimli bir kızın tecavüz edilip öldürülmesi davasında mahkûm olanlar aftan faydalanarak serbest kalmıştı. Savcı Öz hemen itiraz edip tutuklattırdı bu vahşi suçu işleyenleri. İdealist bir savcı olarak kanunları sonuna kadar uygulayan bir isim.
-Bu davanın bir özelliği de iddianamelerin çok uzun olmasıydı ki, 2 bin 500 sayfayı bulanlar oldu. Özel bir sebebi var mıydı?
Ergenekon bir soruşturma olarak ilk kez gündeme gelmişti. Daha önce bu konuda yazılmış bir iddianame yoktu. Devasa bir yapılanma, devasa belge ve dokümanlar olunca ortaya böyle iddianameler çıktı. Bir de benim fikrime göre, savcılar Ergenekon soruşturmasında ele geçen delillerin gözden kaçmaması için tamamına yakınını kısmen ya da aynen iddianameye koydu. Bazı deliller klasörlerde olursa gözden kaçabilirdi, o yüzden böyle bir yol izlediler tahmin ediyorum. Hem sorgulamalar sırasında mahkeme heyeti sanıklara soru sorarken bazı sanıkların “Bu delil iddianamede yok.” diye itiraz ettiğine şahit olduk. Hâlbuki dosyada vardı ve soru sormak için de bu yeterliydi ama buna bile itiraz edildi. Bu da savcıların haklı olduğunu gösterdi.
-Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, davanın seyrini sanıklar aleyhine çok etkiledi; fakat bazı sanıklar susmakla eleştirip tanık olarak mahkemede dinlenmesini istedi.
Özkök mahkemeye geldi. 2-3 Ağustos 2012’de iki gün boyunca ifade verdi ve hayli çarpıcı açıklamalarda bulundu. Ayışığı, Yakamoz gibi darbe planlarının slayt halinde kendisine ulaştığını söyledi. Şener Eruygur’u da uyardığını yine mahkemede açıkladı.
-Geçen hafta kararlar açıklandı; ama hâlâ bir kesim yıllardır tekrarlanan eleştirileri sıralıyor: Sanıklar neyle suçlandığını bile bilmiyordu. Savunma için yeterli süre verilmedi. Birbiriyle alakasız insanlar aynı örgütten sayıldı. ÖYM’ler kaldırıldı, yargılama meşru değil… Haklılık payı yok mu hiç?
Bu tür iddialar davanın başından beri çeşitli şekillerde dile getirildi ve hâlâ getirilmeye devam ediyor. Ne ile suçlandıklarını bilmediğini söyleyen bazı sanıklara Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi cevap verdi. Sanıklara suçlarının anlatıldığını söyledi kararında. Savunma için de en çok süre verilen dava idi Ergenekon. Özel Yetkili Mahkemeler kaldırıldı ama geçici madde ile ellerindeki davalara bakmaya devam ettiler. Hukuken meşrular yani. Sonuç olarak bu ve benzeri savunma argümanları, sanıkların kamuoyu algısını değiştirmeye yönelik çalışmaları. Manipülasyon yapılıyor yani.
-Mehmet Haberal’a verilen ceza bazılarınca az bulundu ve sürpriz olarak değerlendirildi. Sizi şaşırtan başka kararlar oldu mu?
Mehmet Haberal kararı şaşırttı evet. Ama bu uygulama sadece Haberal’a yapılmadı. Mustafa Balbay, Levent Ersöz, Sinan Aygün gibi isimlerin 2005’ten önceki eylemleri darbe teşebbüsü sayıldı ve eski kanundan mahkûm oldular. Eski kanunda darbe teşebbüsünün cezası 20 yıla kadar hapisken; yeni kanunda ağırlaştırılmış müebbet hapis. Savcılar yeni kanuna göre ceza istedi, mahkeme eski kanuna göre bu sanıkları cezalandırdı. Bu beklenmedik bir durumdu.
-Siyaset dahil farklı kesimlerden yargıya çok baskılar oldu. Hatta ÖYM’ler kaldırıldı, savcı ve hâkimler tayin edildi, şimdi HSYK’nın yapısı değiştiriliyor. Karara bakılırsa mahkemenin bunlardan etkilenmediğini söyleyebilir misiniz?
Davanın başından beri mahkemeye yönelik çok baskı yapıldı. Hakaretler, tehditler, medya yayınları ve siyasilerin tavırları hep mahkemeye yönelik baskıydı. Son bir yıl içinde de fiziki saldırılarla mahkeme yıkılmak bile istendi. Baskın girişimleri oldu. Tüm bu gelişmelere bakıldığında mahkeme epey soğukkanlı bir şekilde davayı bitirdi diyebiliriz.
-İtalya’daki Gladyo davası 10 yılda tamamlanabildi ve 7 bin kişi yargılandı. Bizde ise aktif soruşturma safhası daha 4’üncü yılda bitti, yargılanan kişi sayısı da İtalya’ya kıyasla çok az. Hangisi anormal?
Aslında Türk Ergenekon’u İtalyan Gladyosu’ndan daha komplike bir yapı. İdeolojik kökleri ve toplumda siyasi karşılığı var. Bu açıdan bakıldığında bizdeki anormal tabii ki. Savcı Zekeriya Öz’ün elinde açık soruşturmalar varken görevinden alınması, bu anormalliğin zaten tescili.
-Kitabınızda ‘Cesaret bulaşıcıdır’ diyorsunuz, Zaman’a verdiğiniz röportajda da Ergenekon’un bitmediğini söylüyorsunuz. Buradan soruşturmaların devam edeceğine inandığınızı çıkarabilir miyiz?
‘Cesaret bulaşıcıdır’ sözünü o dönem Ergenekon ve Balyoz gibi süreçleri götüren savcılar için söylemiştim. ÖYM’lerin kapatılmasının bu cesareti kırdığını düşünüyorum. Ergenekon’un bitmediği de bir gerçek. Bu anlamda ikisini bir arada değerlendirdiğimde Ergenekon soruşturmasının devam edip etmeyeceğini bilemiyorum ama etmesini temenni ediyorum. Hem savcılığın da Şener Eruygur, Tuncay Özkan gibi beş sanık hakkında suç duyurusu var. Belki o da bir başlangıç olabilir.
-Meslek hayatınızın yarısı Ergenekon’la geçmiş ve aleyhinizde 75 ceza davası açılmış. Davayı takip etmekten yorulduğunuz, bıktığınız dönemler oldu mu?
Bıkma değil ama yorulma oldu. Beşiktaş’ta Ergenekon’la ilgili bir gelişme olurken Bakırköy Adliyesi’nde kendi duruşmama gitmek zorunda kalıyordum. Günde 4, haftada 12 duruşmam oluyordu. Bu da çok yorucuydu. Zamanın büyük bölümünü çalışmaya değil, savunma yapmaya ayırıyorduk.
-Tercih hakkı size bırakılsa bundan sonra Ergenekon’la ilişkinizi nasıl belirlersiniz?
Örgüt bitene kadar soruşturmanın sürmesini temenni ettiğime göre, kendimi de bu süreçten ayrı tutamam. Yine soruşturma ve dava aşamalarını takip ederim.


http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-36244-173-ergenekon-siyasi-oldugu-kadar-hukuki-bir-davadir.html

Örgüt var, darbeye teşebbüse müebbet (12.08.2013) AKSİYON


Örgüt var, darbeye teşebbüse müebbet

Mahkeme, uzun ve zorlu bir yargılama sonunda, soruşturmanın başladığı günden beri yapılan “Ergenekon diye bir örgüt var mı, yok mu?” tartışmasına noktayı koydu. Bu örgütün hükümete karşı darbe teşebbüsünde bulunduğunu da verdiği cezalarla gösterdi.
BÜŞRA ERDAL

Tarihî Ergenekon davası, uzun ve zorlu bir yargılamanın sonunda 5 Ağustos’ta karara bağlandı. Mahkeme, soruşturmanın başladığı günden beri yapılan “Ergenekon diye bir örgüt var mı, yok mu?” tartışmasına noktayı koydu. “Ergenekon Terör Örgütü vardır.” dedi.
Bu örgütün, hükümete karşı darbe teşebbüsünde bulunduğunu da verdiği cezalarla gösterdi. 22 iddianamenin birleştirildiği davada 275 sanıktan 21’i beraat etti, 4 kişinin dosyası firari oldukları için ayrıldı. 3 kişi de öldüğü için haklarındaki kamu davası düştü. Netice olarak eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un da aralarında bulunduğu 247 sanık, “darbe teşebbüsü, terör örgütü üyeliği, patlayıcı madde bulundurmak, kişisel verileri hukuka aykırı bir şekilde elde etmek, devletin gizli belgelerini ele geçirmek” gibi çeşitli suçlardan mahkûm oldu.

Bunun yanında 17 sanık tahliye edildi ve bunlar arasında CHP Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın da yer alması tartışmalara sebep oldu. Mahkemenin niye böyle karar verdiğini gerekçeli karar açıklandığında öğreneceğiz. Bugün ise bu kararın nasıl çıktığına ve hukuki boyutuna ilişkin tespitlerde bulunabiliyoruz.
12 Haziran 2007’de Ümraniye’deki bir gecekonduda 27 el bombasının bulunmasıyla başlayan soruşturma ve 20 Ekim 2008’de Silivri’de başlayan dava ile ilgili yerel yargı süreci tamamlandı. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nce Silivri’de yapılan yargılamada 275 sanık yaklaşık 600’den fazla duruşmada hâkim karşısına çıktı. Günlerce savunma ve sorgular yapıldı, tanıklar dinlendi. Savcıların esas hakkındaki mütalaayı hazırlaması ve son savunmaların da alınmasıyla artık gözler mahkeme heyetine yöneldi. Türk hukuk tarihinde ilk kez adı konularak yapılan bir derin devlet yargılamasında sıra mahkemenin hükmüne kalmıştı. Bu nedenle 5 Ağustos 2013 tarihli duruşma çok önemliydi. Bu anlamda, 5 Ağustos günü karar nasıl çıktı, Silivri’de mahkeme salonunda neler yaşandı ona bakalım.
Günler öncesinden hem medyada hem de sokaklarda “Silivri’yi basma” çağrıları olunca, karar yoğun güvenlik önlemleri altında açıklandı. İstanbul Valiliği ve mahkemenin ortak hareket etmesiyle, Silivri’deki karar duruşmasına izleyici alınmadı. Sabah çok erken saatlerde, hatta gece 3’ten itibaren gazeteciler Silivri’nin yolunu tuttu. Cezaevine gidişte sadece E-5 karayolu açıktı. TEM’den girişler ise kapatılmıştı. E-5’te ise geniş bir güvenlik koridoru oluşturulmuş, sadece sarı basın kartı olan gazeteciler içeri alınıyordu. Buradaki güvenlik aşılınca bu kez mahkeme binasının önünde sarı basın kartı kontrolü yapılıyordu. Gazeteciler beşer beşer içeri alındı. İlerleyen zamanda ise gazetecilerin direnmesiyle sarı basın kartı olmayanlar da salona girebildi. Mahkeme her ne kadar “İzleyici alınmayacak” kararı verse de Cumhuriyet Halka Partisi’nden kalabalık bir milletvekili grubu, Türkiye Barolar Birliği ve İstanbul Barosu yönetim kadroları mahkeme salonundaydı. Bazı gazeteciler de “izleyici” kontenjanından mahkemedeydi. Bunu da bu gazetecilerin karar açıklanırken not almak yerine slogan atma, mahkemeyi yuhalama davranışlarından anlamış olduk.
Sabah saat 10 sularında avukatlar, gazeteciler ve “izleyiciler” salona alındı. 12.00’de salona gelen sanıklar da alkışlarla karşılandı. Sanıklar ile avukatlar ve izleyiciler arasına jandarma görevlileri sıralandı. Hem dışarıda hem de salonda güvenlik had safhadaydı. Bu sırada duruşma başlayana kadar sanıklar ile izleyiciler arasında ilginç diyaloglar yaşandı. Bu sırada Mustafa Balbay’ın “Sıcak bir sonbahar geliyor!”, İbrahim Özcan’ın da “Anayasa Mahkemesi ile bizim için pazarlık etmeyin!” diye bağırmaları dikkat çekiciydi. Bu tür diyaloglar sürerken önce davanın üç savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, Nihat Taşkın ve Murat Dalkuş, daha sonra Başkan Hasan Hüseyin Özese, üye hâkimler Sedat Sami Haşıloğlu, Hüsnü Çalmuk, Fatih Mehmet Uslu, Ercan Fırat ve Nihat Topal’dan oluşan mahkeme heyeti salona geldi. Duruşma başladı.
Mahkeme başkanı, sanıkları ve izleyicileri taşkınlık yapmamaları  konusunda uyardı. Başkan hemen devamında da 503 sayfalık kararın özetini okumaya başladı. Kararda önce, sadece “terör örgütü üyeliği”nden mahkûm olanlar, devamında ise bu suçun yanında “patlayıcı madde bulundurmak, kişisel verileri ele geçirmek, devletin yasaklı belgelerini yayımlamak” gibi suçlardan mahkûm olanlar açıklandı. En sona ise “darbe teşebbüsü ve cinayet” suçlarından ceza alanlar kaldı. Yani mahkeme, en hafiften ağıra doğru sıralama yapmış oldu.
En ağır ceza Danıştay saldırısına
Dikkat çeken mahkûmiyet kararlarının başında ise Danıştay saldırısını gerçekleştiren ve azmettirenlere verilen cezalar geldi. Danıştay saldırganı Alparslan Arslan hem darbe teşebbüsü hem de cinayetten 2 kez ağırlaştırılmış müebbet ve 90 yıl hapis cezası aldı. Saldırının azmettiricisi olmakla suçlanan Muzaffer Tekin ise 2 kez ağırlaştırılmış müebbet ve 117 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Yine Veli küçük 2 kez ağırlaştırılmış müebbet ve 99 yıl hapis cezası aldı. Danıştay saldırısıyla ilgili en çok tartışılan da şüphesiz Osman Yıldırım’ın 9 yıl hapis cezası alıp tahliye edilmesi oldu. Yıldırım’ın dosyadaki durumu diğer sanıklarınkinden farklıydı. Dosyada Ümit Sayın, Ulaş Özel ve Yüksel Dilsiz gibi Yıldırım da “etkin pişmanlık” hükmünden faydalandığı için cezası dörtte üç oranında azaltılmıştı. Aslında Yıldırım normal şartlarda “terör örgütü üyeliği” suçundan 15 yıl hapse çarptırıldı ama indirime gidildi. Modern hukuk sistemi, örgütlü suçlarda, örgütü çökertecek bilgi veren sanığa ceza indirimine gidiyor. Çünkü bu şekilde suç yapıları deşifre oluyor ve daha kolay mücadele imkânı doğuyor. Ergenekon davasında da 4 sanık bu yolu tercih ettiği için az ceza aldı. Yıldırım’ın aldığı ceza, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde laiklik karşıtı “türban cinayeti” gerekçesiyle aldığı müebbet hapis ile karşılaştırılıyor ve eleştiriliyor medyada. Halbuki Ankara’daki Danıştay davası, somut gerçekten uzak, derin araştırılma yapılmadan kurgu bir dava olarak bitirilmişti. Bu tespiti, daha en başta Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin kararın doğru olup olmadığına bakmadan davayı Ergenekon davası ile birleştirmesi de doğruluyor.
Mahkeme, 5237 sayılı yeni TCK’nın 312. maddesine göre 22 sanığı, 765 sayılı eski TCK’nın 147. maddesine göre de 10 sanığı “darbe teşebbüsü” suçundan mahkûm etti. Doğu Perinçek, Sevgi Erenerol, Kemal Kerinçsiz ve Tuncay Özkan’ın aralarında bulunduğu 10 sanık ağırlaştırılmış müebbet, 9 sanık da müebbet hapis cezası aldı. İbrahim Şahin, Adli Tıp raporuyla cezai ehliyetinin sınırlı olduğu tespiti nedeniyle indirimli cezaya çarptırıldı. 193 sanık ise terör örgütü üyeliğinden ceza aldı. 34 sanığın terör örgütünün üst düzey yöneticisi olduğu tespit edildi.
İnternet Andıcı hafif bir eylem mi?
Davada diğer tartışma da İlker Başbuğ’un “darbe teşebbüsü” suçundan müebbet hapis cezası alması, Mehmet Haberal’ın ise 12 yıl 6 ay hapis alarak tahliye edilmesi ekseninde gelişti. Bu da tamamen hukuk tekniği ve mahkemenin takdiri ile alakalı. İlker Başbuğ, iddianamede Nisan 2009 tarihli andıç ile hükümete yönelik kara propaganda siteleri kurdurduğu için “darbe teşebbüsü” ile suçlandı. Bu site Genelkurmay Karargâhı’nda hazırlanmış ve Başbuğ’a arz edilmişti. Bunu ilk söyleyen Dursun Çiçek idi. Daha sonra Korgeneral Mehmet Eröz, Orgeneral Hasan Iğsız gibi isimler de andıcın komutana arz edildiğini mahkemede açıkladı. Dolayısıyla andıç, komuta kademesi içinde hiyerarşik olarak yapılmış bir eylemdi. Bu noktada 5237 sayılı TCK’nın 312. maddesinde “hükümete karşı darbe teşebbüsü” suçunun cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis. Mahkeme de bu suçun tek yaptırımı olan müebbet hapis cezasını verdi. Hatta Başbuğ duruşmalara çıkmadığı, savunma yapmadığı halde indirime de gidip müebbet hapse dönüştürdü. Haberal’ın durumunu ise biraz farklı değerlendirdi. Savcılık genel olarak örgütlü suçlarda suçun bitiş tarihini şüphelinin yakalandığı tarih olarak belirtir. İddianamede Haberal için suçun bitiş tarihi de yakalandığı 13 Nisan 2009 olarak gösterildi. Aynı zamanda bu tarihe kadarki eylemlerinden hakkında “ağırlaştırılmış müebbet” istendi. Ama mahkeme, Mehmet Haberal için suç tarihini eski TCK’nın yürürlükte olduğu 2005’ten önce olarak belirledi. İddianamede Haberal’ın 2005’ten sonraki Hurşit Tolon ve Sinan Aygün’le diyalogları, Kanal B’nin yayıncılığı Ergenekon Terör Örgütü eylemi olarak yazılmıştı. Ama mahkeme bunları yeterli görmemiş ki 2005’ten önceki darbe teşebbüsü suçunun cezası olan 15 yıldan 20 yıla kadar hapis cezası üzerinden karar verdi. Yine uzun süre mahkemeye gelmeyen, hastanede kalan Haberal’a aynı Başbuğ gibi ceza indirimi yaptı. Bütün bu tartışılan konuları anlamak için de mahkemenin gerekçeli kararını beklemek gerekecek.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, ceza ve tahliyelerin yanında 5 sanık hakkında suç duyurusunda bulunarak yeni soruşturma başlamasının da önünü açtı. Şener Eruygur, Tuncay Özkan, İbrahim Şahin, Durmuş Ali Özoğlu ve Kemal Aydın’ın terör örgütü liderliğinin sabit olduğu ancak örgüt üyelerinin eylemleriyle ilgili de cezalandırılmaları gerektiği ancak ilgili sevk maddeleri yazılmadığı için yeniden iddianame hazırlanmasını istedi. Bu amaçla Terörle Mücadele Kanunu (TMK) 10. maddesiyle görevli İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu.
Sonuç olarak, yerel mahkeme süreci tamamlanmış oldu. Yargılama süresince sanıklar onlarca kez Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne başvurdu. AİHM, bunlardan 8’inde karar verip delil ve tutuklamalar konusunda hukuka aykırı bir durum olmadığı tespitinde bulundu. Bu da savcıların iddialarının güçlülüğünü, iddianamelerinin haklılığını gösterirken, mahkemenin de karar vermesini kolaylaştırdı. Mahkeme, ceza verirken duruşmalarda hakaret, gerginlik ve mahkemeyi yok sayma tavırlarına rağmen yine de indirime gitti. Bu şekilde, sanıklara karşı yumuşak yaklaşımda olduğunu gösterdi. İddianamelerde istenenden daha az cezalar verildi. Bu kararın, 60 CHP milletvekilinin olduğu bir salonda açıklandığı düşünüldüğünde, siyasi baskıyı da bir kenara not etmek gerek.
Bundan sonra ise dosyanın ikinci safhası, yani temyiz aşaması var. Bazı sanıklara taleplerinden az ceza verilmesi savcıları hemen harekete geçirdi. Savcılar; Mehmet Haberal, Levent Ersöz, Mustafa Balbay gibi isimlere az ceza verilmesine itiraz etti. Gerekçeli karar açıklandığında temyiz edecekler. Aynı şekilde sanıkların da -beraat edenler dışında- temyiz edeceği aşikâr. Bu açıdan, önce Yargıtay Başsavcılığı tebliğname hazırlayacak, sonra da Yargıtay 9. Ceza Dairesi dosyayı inceleyecek. Sonuç olarak bir süre daha Ergenekon davası gündeme gelmeye devam edecek.

En gergin gün, en ilginç sanık… İşte muhabir gözüyle Ergenekon

http://www.dipnot.tv/en-gergin-gun-en-ilginc-sanik-iste-muhabir-gozuyle-ergenekon/

Ergenekon: Dava bitti, tartışmalar sürüyor





Son güncelleme: 6 AĞUSTOS 2013 - TSİ 16:48
 
 
Ergenekon davasında cezalar yağdı

Ergenekon davasında verilen cezalar, Yargıtay aşamasında tartışılmaya devam edilecek. Davanın muhalefeti susturmaya yönelik bir kampanyaya dönüştüğünü düşünenler hukuki çelişkiler üzerine vurgu yaparken, davayı 'derin devletle hesaplaşma' olarak görenler, hukuki hataların bu gerçeği değiştirmediğini savunuyor.
Today’s Zaman yazarı Avrupa Parlamentosu eski üyesi Hollandalı Joost Lagendijk, Ergenekon davasının sonucunda bu kadar çok sayıda kişiye müebbet hapis cezası verilmiş olmasına şaşırdığını itiraf ediyor.
Emekli Jandarma Tuğgeneral Veli Küçük gibi bazı isimlerin ağır cezalar almasının kendisi için sürpriz olmadığını belirten Lagendijk, “Ama eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un terör örgütünün lideri olma suçuyla müebbet hapis cezası almasına şaşırdım” diyor.
Lagendijk Ergenekon soruşturma sürecine başlarda büyük destek veren bir isim. “Soruşturma başladığında ben destekledim çünkü bunun Türkiye’nin darbe planları ve 90’lı yıllarda Kürtlerin öldürülmeleri olayları gibi karanlık sayfalarıyla yüzleşmesi adına iyi birşey olduğunu düşünüyordum”.
Ancak Lagendijk dava sürecinde üç önemli hata yapıldığını aktarıyor. “Birincisi dava Kürtlerin öldürülmesinden çok AK Parti’ye karşı darbe planlarına yoğunlaştı ve bu olaylar çözümlenmedi. İkincisi dava çok genişledi ve benim gibi insanların kafasında soru işaretleri yaratan tutuklamalar gerçekleşti. Son olarak muğlak suçlamalarla pek çok insan yıllarca tutuklu kaldı ve usül hataları yapıldı”.

Soruşturmanın inandırıcılığı sorunu

Hürriyet Gazetesi yazarı Sedat Ergin’e göre ise her şeyin iç içe geçtiği ve karmaşıklaştığı bu davada hukuki hatalar bir detay olarak görülmemeli: “Darbelere karşı çıkmak hukuku ve hukuk devletini savunmaktır. Hukuk devleti de ancak hukukun içinde kalarak savunabilir. Hukuk hataları yaparak hukukun ileri götürülmesi fikri benim mutabık olamayacağım bir husus. Bu anlayışla yaklaşırsanız o zaman işkenceyi de serbest bırakabilirsiniz”.
Ergin davanın Türk kamuoyundaki algılanışına da dikkat çekiyor. Başlarda derin devlet yapılanmasını soruşturan davanın kamuoyunda herhangi bir rahatsızlığa neden olmadığını ancak zaman içinde soruşturmanın hükümete muhalif olan çevreleri susturmayı amaçlayan bir yöne gittiğini anlatıyor Ergin.
“Türkan Saylan’ın terör örgütüne üye olduğu yönündeki iddialar ya da Ahmet Şık olayı soruşturmanın inandırıcılığını gölgeledi” diyor.

'İnanıp inanmama' davası

Ergenekon davasını yakından izleyen Zaman Gazetesi muhabiri ve hukukçu Büşra Erdal ise davanın bir cadı avına dönüştüğü görüşüne kesinlikle katılmıyor. Hukuki hatalar ya da Türk yargı sistemine ait sorunlar olsa da, dosyadaki delillerin sağlam olduğunu savunuyor Erdal.
“İnsanların kendi ideolojik bakışları davaya bakışlarını etkiledi. İnanıp inanmamak temelinde yaklaştılar. Bu nedenle tartışmalı ve ortada bir dava oldu”.
Yine de Erdal için bu dava Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde bir mihenk taşı: “Bu karar bu ülkede bir derin devlet olduğunu ve bunun adının Ergenekon olduğunu ilk kez net bir şekilde ortaya koyuyor.”
Erdal’a göre bunun üzerinden Hrant Dink soruşturmasının derinleştirilmesi gibi yeni açılımlar getirilebilir.
Ancak Büşra Erdal derin yapılanmanın bittiği görüşüne temkinli yaklaşıyor. Ona göre eğer Gezi eylemlerine yönelik darbe iddiaları doğruysa Ergenekon bu davayla ortaya çıkan yapıdan ibaret olmayabilir.
“Sonuçta bu devlet aklıyla yürütülen bir soruşturma değildi. Rastlantı sonucu ortaya çıktı" diye ekliyor Erdal.
Türkiye’de bu tür davaları net olarak yargılamanın zor olduğunu belirten Lagendijk’e göre Ergenekon davasında siyasi intikam unsuru da yok değil: “28 Şubat’tan muzdarip bugünün yeni iktidar elitinin eski vesayeti cezalandırmak istediği bir gerçek”.
Ama Lagendijk’e göre karışık bir resim var karşımızda. “Kirli işlere bulaşmış kişiler de var, çok zayıf delillerle ceza almış olanlar da. Başından beri bu süreci desteklemiş biri olarak bu bende karmaşık hisler yaratıyor” diyor.





http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/08/130806_ergenekon_.shtml

Dava bitiyor, Ergenekon değil! (4.8.2013)

Dava bitiyor, Ergenekon değil!
























4 Ağustos 2013


Yüzyılın davası olarak kayıtlara geçen Ergenekon’da son karar yarın açıklanıyor. 2007’den beri gazeteci ve hukukçu kimliğiyle davayı takip eden H.Büşra Erdal, Ufuk Yayınları’ndan çıkan ‘Kafası Karışanlar İçin Ergenekon’ kitabıyla sürece ışık tutuyor. Çalışmada kökleri epey gerilere giden bir örgütün yargı önüne çıkarılma aşamasını anlatan Erdal’la hem kitabını hem de süreci konuştuk.
Ergenekon davasında karar yarın açıklanıyor. Davada gelinen son nokta nedir?
12 Haziran 2007’de başlayan bir soruşturma süreci oldu. Ümraniye’de 27 el bombası bulundu. Kitap da o bombaların ihbarıyla başlıyor. Ergenekon soruşturması için milat bu tarih. İlk kez 20 Ekim 2008’de birinci Ergenekon duruşması yapıldı. Bugüne kadar 22 iddianame oluştu, hepsi birleşti. 275 kişi sanık, 600’den fazla duruşma yapıldı. İlk günden itibaren iddianamelerin okunmasından sonra sanıklar savunmalarını yaptı. Çapraz sorgu süreci yaşandı. Bu davayı diğer davalardan ayıran en önemli özellik usule uyması.
Usule uyması derken?
Mesela çapraz sorgu süreci uzun ve derin sorgulamalarla ilerledi. Mahkeme başkanları, savcılar, hâkimler ciddi bir sorgulama yaptı. Bu da davaya yeni deliller gelmesini sağladı. 835 tanık istendi. Bu talep Ergenekon’a özeldi. Yarın itibarıyla sona gelmiş olunuyor. Tabii davanın bitiyor olması Ergenekon terör örgütünün tamamen bittiği ve temizlendiği anlamına gelmiyor.
Yani aynı yapı her an ortaya çıkabilir mi?
Örgütün kolları budandı, çete ayağı temizlendi, parçalar koparıldı. Ama siyasi, ekonomik ve medya ayağı hâlâ devam ediyor. 5 Ağustos’taki kararla 2007’de başlayan süreç nihayete eriyor. Dava Türkiye’ye demokratik anlamda çok şey kazandırdı. İnsanların yıllardır bildiği hayaleti, sırrı gösterdi. Ama bu iş bitti demek doğru olmaz.
Bu tarihten itibaren süreç nasıl işler?
Bundan sonra mahkûmiyet de beraat de çıkabilir. Darbe teşebbüsü suçuyla müebbet istenen sanıklar var. Daha sonra dosya yerel mahkemede bitmiyor. Bunun bir de Yargıtay aşaması var. Yargıtay’ın örgüt suçlarına bakan 9. Ceza Dairesi var, oraya gidecek.  
Ulusalcı örgütlerin yarın bir kez daha mahkemeyi basma çağrıları var.
Zekeriya Öz ne zaman görevden alındı, İlker Başbuğ hakkında iddianame hazırlanıp, operasyonlar durdu, o süreçten sonra meydanlara çıktılar. İlkini 13 Aralık 2012’de Silivri’yi bastıklarında gördük. Mahkemelere kadar girdiler. Bariyerler yıkıldı, jandarmalar altında kaldı, gaz bombaları atıldı. Resmen mahkemeye darbe girişimiydi. Sonra bu baskınlar devam etti. Şubat ve nisanda da oldu. 5 Ağustos’ta da bunun zirvesini yapmak istiyorlar belli ki.
Mahkemeyi basmak büyük bir cüret değil mi?
Amaç mahkemeyi iş göremez hale getirmek. Karar çıkmasın, dava akamete uğrasın istiyorlar. Aslında bunu yaparken, ne kadar tehlikeli olduklarını gördü halk. Yapacak başka bir şeyleri kalmadı. Fiziki saldırganlık başladı.    
Gazeteci ve hukukçu kimliğinizle altı yıldır davayı takip ediyorsunuz. Kitap daha önce yazılabilir miydi?
Evet olabilirdi. Gecikme sebebim Ergene-kon’un ardından gelen Poyrazköy, Erzincan, Balyoz gibi süreçlerin başlamış olması. Bunların hepsini birebir takip ettim. O kadar yoğundu ki davalar arasında mekik dokudum. Bu sürede kitap yazmaya yoğunlaşacak zaman dilimi olmadı. Sürekli takip edenler bile bir süre sonra kaçırıyordu nerede kaldığını. Eve gitmeden, adliyede sabahladığımızı biliyorum.        
Ergenekon soruşturmasına polisin kurgusu diye çeşitli komplolar üretildi. Bu iddiaları nasıl yorumluyorsunuz?
Kimse polisin başta bu soruşturmaya sıcak bakmadığını bilmiyor. Mesela Muzaffer Tekin’i savcı gözaltına almak istedi. Çünkü elindeki deliller onu işaret ediyordu. Ama polis isteksizdi. ‘O kişi Danıştay’dan serbest kaldı, gözaltına alırsak itibarımız zedelenir’ diye korktular. Savcı Öz, Muzaffer Tekin için üç kez yazı yazdı. Düşünün, bir savcı soruşturmanın amiridir, bir iş talep ediyor ve defalarca ısrar ediyor yapılması için. Savcıların elinde adli kolluk gücü olmasının, soruşturmaların geleceği adına ne kadar önemli olduğunu gösteren örneklerden biri bu.
Davayı takip ederken sizin ya da diğer gazetecilerden kafası karışanlar oldu mu?
Ergenekon davasında olay bir süre sonra inanmak ya da inanmamak temeline dayanıyor. Ortada ne kadar delil olursa olsun bazı insanlar inanmamayı tercih etti. Onlar da ulusal kanattan gelenler. Suçüstü yapsanız hatta canlı yayında suç işlendiğini gösterseniz bile, buna inanmayacak bir grup var zaten. Savcı ve polislerin yaptığı her şey elbette doğru değil. Türk yargısının kronik arızaları var. Mutlaka arada daha az suçlu ya da daha az olayda rol almış kişiler olabilir. Genel olarak ağır hak ihlalleri görmedim. Ben bu süreçte Hrant Dink, Rahip Santoro cinayeti, Zirve Yayınevi katliamlarını gördüm. Ergenekon’daki hiçbir şey beni şaşırtmadı, kafamı karıştırmadı.
Yargı işini gerektiği gibi yaptı mı?
Yargı hukuki olarak tüm uygulamaları hiç olmadığı kadar yerine getirdi. Hâkimleri AİHM kararlarına hep atıfta bulundular. Temel kriterleri es geçmediler. Türk yargısının hastalıklı haline göre iyi bir sunum yapıldı. Bence bu süreçte mahkemeler de sınıf atladı. Bu hastalıklı yapıları yıllardır görmeyip, Ergenekon’la keşfedenler sanki Ergenekon yargı tarihinin en kötü davasıymış gibi yansıtmaya çalıştı. Hukuk kriterleri içinde en düzgün yargılama oldu diyebiliriz.
Eğer mahkeme bu kadar kararlı olmasaydı, davada bugünkü noktaya gelinir miydi? Yoksa üstü kapatılır mıydı?
İlk günden itibaren dinlemeye takılan şeyler var. ‘Savcı artık bu dosyayı bitirsin, kapatsın’ gibi. Hep baskı vardı mahkemeye. Kemal Kerinçsiz; Muzaffer Tekin, Ergun Poyraz gibi sanıkların ilk avukatıydı. Soruşturma ilerledikçe Genelkurmay’a, başsavcılığa, bakanlığa dilekçe gönderiyordu. Savcı Öz’ü şikâyet ediyordu. Daha sonra HSYK kaç defa savcıları almak istedi. Medya, HSYK ve yetkililerin açıklamalarına, sanık avukatların şikâyetlerine ve sanıkların saldırılarına rağmen mahkeme bu baskılar karşısında yılmadı, geri adım atmadı.
Ergenekon’un aslında devlet birimleri ve bazı medya organlarınca bilinip, hiçbir şey yapılmamış olması neyi gösteriyor?
Bu süreçte devlet yapısının mahkemeye çok yardımcı olduğunu düşünmüyorum. MİT ve istihbarat örgütlerinin yargıya yardımcı olmadığı görülüyor. Savcı ‘Ergenekon terör örgütünden haberiniz var mı’ diye soruyor. ‘Hayır’ diye cevap geliyor MİT’ten. Sonra MİT’e 2003’te Ergenekon şemasının geldiğini, o şemanın Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlığa gittiğini biliyoruz. MİT bunları savcıdan saklamış. Bir yıl sonra ısrarla sorulunca gönderiyor. Yani çok kolay olmadı bu aşamalara gelinmesi.   
Gezi Parkı olayları sırasında yaşanan şiddet görüntüleri, Ergenekon’daki sokak eylem planlarının bir örneği gibiydi. Gezi’de olanları nasıl yorumluyorsunuz?
Ergenekon’daki sivil eylem planlarıyla örtüşüyor ama şu var. Cumhuriyet mitinglerinin çalışma planının ADD’den çıkması, ‘Ordu Göreve’ diyen öğretim üyelerinin Cumhuriyet Çalışma Grubu’nun eseri olduğunu görüyoruz. Yani somut deliller var. Eğer Gezi’ye dair darbe ya da hükümeti yıkma olduğu yönünde bir iddia varsa, buna yönelik birtakım somut deliller çıkması lazım. Gezi’yi bugün Silivri’ye götürmek isteyenler var. TGB İşçi Partisi’nin kolu olarak alandaydı hep. Silivri’yi daha önce basanlar da onlardı. Dolayısıyla Gezi’nin içinde de böyle bir fraksiyon var. Bütün boyutlarıyla olmasa da, Ergenekon’un canlı olduğuna dair bir gösteriydi Gezi sonrasında yaşanan bazı olaylar.

Savcı Öz, kahraman olmayı hak ediyor

“Mahkemeler savcılardan daha çok yoruldu belki. Savcılar tutukluyor, sorguluyor, gönderiyor. Ama mahkemeler her gün o sanıkları görüyor, hakaretine maruz kalıyordu. Savcı Zekeriya Öz bu işi başlatan, elini taşın altına koyan ilk kişi. Bu yönüyle kahraman olmayı hak ediyor. Kimseye eyvallah etmeyen, rahat bir adam. Kanunlar ne diyorsa onu yapan, gerekirse üzerine giden gözü kara biri. Siyasi ya da bir çıkar hedefi yok. Bu yönüyle davanın büyük şansıydı. Dik durabilmesi çok önemliydi.”

Zaman’dan 21 kişi hakim karşısındaydık

Mahkemelerde çok fazla sözlü şiddete maruz kaldınız mı?
Dava, gazetecileri otomatik olarak taraf yaptı. Bir gün haber yazıyorsunuz, ertesi gün bir sürü dava açılıyor. Tazminattan tutun da ağır ceza davasına kadar. Resmen haber yapmak ya da yapmamak arasında kalınan bir dönemdi. Her gün dava açılıyordu. Çok fazla trajikomik anılar var. Ergenekon adının konmasıyla bize açılan davalar da arttı. Hatta bir gün bizim gazeteden 21 kişinin aynı anda davası görüldü, aynı konu sebebiyle. İki yılda 75 dava açıldı. Hemen hepsinden beraat ettim. Gazetecilere dava açmak için görevli savcılar vardı. Bunlar sözlü şiddetten daha etkiliydi. Sadece fizyolojik olarak değil, psikolojik olarak da yoruyor. Sanık ve yakınlarının ‘bir gün biz çıkacağız, siz buraya gireceksiniz, hesap soracağız’ tehditleri oluyordu. Küfürleri söylemiyorum bile.
Son altı yılınız yollarda geçti. Hiç Silivri’ye taşınmayı düşündünüz mü?
Çok taşınan oldu. Gazeteci, avukat ya da sanık yakınlarından ama ben düşünmedim. Her sabah 6’da yola çıkıp, 100 kilometre Silivri’ye gidip akşam 10.30’da, 100 kilometre daha yapıp eve geliyordum. Bu son dönemlerde böyleydi. İlk günlerde 3-4 gün adliyede sabahladık. Ramazan’da nasıl sahur-iftar yaptığımızı bile hatırlamıyorum.   

‘Buldun belanı, daha beter ol’ diyenler oldu

Kısa bir süre önce üzücü bir kazada yakınlarınızı kaybettiniz. Şimdi nasılsınız?
Yıllardır İstanbul’dayım, memlekete çok gidemediğim için her haziran kız kardeşim ve eşi beni ziyarete gelirdi. Bu yıl da gelip bir hafta kaldılar. Kitabın son zamanlarıydı. Sabah erkenden son düzeltmelerini, okumalarını yapıyordum. Sonra geziyorduk. Hayat o kadar ilginç ki, bir sabah kalkıp her şeyin altüst olduğunu öğreniyorsunuz. Benden ayrılıp memlekete dönerken trafik kazası geçirdiler. Üç yaşındaki yeğenim Alp ve babası hayatını kaybetti. Kız kardeşim de komadaydı. Kitabın nasıl çıktığını bile hatırlamıyorum şu an. İnanmazsan dayanmak, kabullenmek, yaşadıklarına, kaybettiğine rıza göstermek çok zor. Ama biz bu olayla Allah’ın mucizesine de şahit olduk. Kız kardeşim üç aylık hamileydi kaza geçirdiklerinde. Bebeğin yaşıyor olacağına kesinlikle ihtimal bile vermedik. Çünkü vücudunda ciddi hasarlar oluşmuştu. Ama Allah birini alırken, diğerine can vererek büyük bir imtihanı bizlere kolay kıldı. Twitter’da ‘Buldun belanı, daha beter ol’ diyenler oldu. Ama artık böyle şeyleri önemsemiyorum.


http://www.zaman.com.tr/pazar_dava-bitiyor-ergenekon-degil_2116790.html

Balyoz davasına son raund

Balyoz davasına son raund

Balyoz davasına son raund

22 Temmuz 2013 / BÜŞRA ERDAL
İstanbul 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nde 20 yılı bulan hapis cezaları ile sonuçlanan Balyoz Darbe Davası temyiz aşamasında. Yargıtay 9’uncu Ceza Dairesi’nde görülen davada sanık avukatlarına ‘sınırsız’ savunma hakkı verildi.
Tarihî Balyoz Darbe Planı Davası, önemli bir aşamayı daha geçiyor. Yerel mahkemenin hükmünü vermesinin ardından Yargıtay temyiz incelemesini başlattı. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 365 sanıklı ‘Darbe teşebbüsü’ davasında 361 sanık hakkında verilen hükmü inceleyip ‘bozma’  ya da ‘onama’ şeklinde karar verecek. Bunun için öncelikle normal yargılamadan farklı, sadece sanık avukatları, izleyiciler ve gazetecilerin katılımıyla gerçekleşen duruşma yapılıyor. 361 sanığın avukatı tek tek savunma yapıyor. Burada en dikkat çekici olan Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin ‘sınırsız savunma’ uygulaması.
Balyoz darbe planı, 20 Ocak 2010’da Taraf gazetesinde yayınlanmasıyla gündeme geldi. 16 Aralık 2010’da başlayan davada 365 sanık eski 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 147’inci maddesindeki, “Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik eyleyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur” düzenlemesine göre müebbet hapis talebiyle yargılandı. Ancak, bu suçun eksik teşebbüs aşamasında kaldığı gerekçesiyle haklarında indirime gidilerek 20 yıla kadar hapis cezası istendi. Yaklaşık 21 ay sonra 21 Eylül 2012’de biten davada 325 sanık ağır cezalara çarptırıldı. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği kararda cuntanın liderleri Özden Örnek, Çetin Doğan ve İbrahim Fırtına 20 yıl, 321 sanık ‘darbe teşebbüsü’ suçundan 13 yıl 4 aydan 18 yıla kadar çeşitli hapis cezaları alırken bir sanık da gizli belgeleri saklamak suçundan 6 yıl hapse mahkum oldu.
Dosyada bir sonraki önemli aşama 17 Haziran 2013’te yaşandı. Yargıtay Başsavcılığı, dava dosyasını inceleyerek hazırladığı tebliğnamede mahkemenin hükmü doğrultusunda taleplerde bulundu. Çetin Doğan’ın aralarında bulunduğu 258 sanık hakkındaki hapis cezasının onanmasını istedi.
‘Dijital deliller hukuka uygun’
Başsavcılığın tebliğnamesinin dikkat çekici  başka boyutları da vardı. Delillerle ilgili tartışmalara ışık tutacak tespitler anlatıldı. Buna göre, sanıklar ve avukatların en önemli savunma argümanı olan ‘sahte delil’ iddiası için, “Dijital delillerin elde edilişinde hukuka aykırı bir durum yoktur” denildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları ışığında gerçek olduğu anlaşılan dijital delillerin hukuka uygun, mahkumiyete esas alınabileceği kaydedildi. Tebliğnamede diğer birçok tespit de yerel mahkemenin mahkumiyet için verdiği gerekçelerle de paraleldi. Buna göre, suç ‘darbe suçu ve hedef hükümet’,  eylemlerin düşünce ve plan aşamasını geçtiği, icrai hareketlere başlandığı; ancak elde olmayan sebeplerle darbenin gerçekleşmediği kaydedildi. Darbe suçunun oluşumu için örgütün şart olmadığı ifade edilirken, “Siyasi iktidarın ortadan kaldırılması için bir araya gelen oluşum tarafından icra edilecek stratejilerin bulunması gerekir. Öncesi ve sonrası planlanmadan ani bir hareketle darbe suçunun işlenmesi mümkün değildir” denildi. Balyoz cuntasının 12 Eylül 1980 darbesinin eylem planı olan ‘Bayrak eylem planı’nı örnek aldığı belirtildi. Bu tespitler ışığında, 256 sanık hakkındaki mahkûmiyetlerin onanması, 2 sanığın mahkûmiyetinin ise düzeltilerek onaması istendi. 67 sanığın mahkûmiyetine bozma, 35 sanığa beraate onama, bir sanığın ise beraatine bozma istendi. 63 sanığın, amaç suçu benimseyen yapı içerisinde yer aldıkları; ancak icra hareketi niteliğinde bir faaliyette bulunduklarına dair yeterli delil elde edilemediğinden bozma talep edildi. Diğer 4 sanığın eyleminin ise görevi kötüye kullanma suçu sayılacağı gerekçesiyle mahkûmiyetlerinin bozulması talep edildi.
Konferans salonu gibi!
Bütün bu süreçten sonra gözler şimdi Yargıtay’da. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı ve Yargıtay Başsavcılığı’nın tebliğnamesinden sonra son söz Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nde. Terör, organize suçlar ve darbe gibi devletin güvenliğine ilişkin suçlara bakan bu daire, tebliğnameden hemen sonra sanık avukatlarının talepleri doğrultusunda duruşma günü belirledi. 15 Temmuz 2013’te başlayan ve hâlâ devam eden temyiz duruşmaları Silivri’deki yargılamadan farklı.
15 Temmuz sabahı, bu kez Silivri değil, Ankara’daki Yargıtay’da idi gözler. Yine her ilk duruşmada olduğu gibi medyanın, avukatların ve izleyicilerin yoğun ilgisi vardı. 9. Ceza Dairesi’nin akredite yapmasına rağmen sabah erken saatlerde Yargıtay binasının önünde kargaşa yaşandı. Duruşma, Yargıtay’ın büyük konferans salonunda olduğu için yer  vardı ve duruşma başladıktan kısa bir süre sonra dışarıdaki gazeteci ve izleyiciler de salona alındı. Daire, duruşmada savunma yapacak sanık müdafilerinin listesini yapmıştı. Toplamda savunma yapacak avukat sayısı 117 oldu. 40 gazeteci de duruşmayı izlemek için akredite edilmiş. Herkes salonda yerini alınca ilk duruşma başladı. Yerdeki halı, deri koltuklar ve normal mahkeme salonlarında daha alçak hâkim ve savcı kürsüleri, duruşmadan çok konferans havasını andırdı. Bu tabloya bir de saatte bir elinde tepsi ile su dağıtan Yargıtay görevlileri eklenince gerçekten farklı bir tablo ortaya çıktı. Ardından rutin Yargıtay uygulaması olarak daire başkanı Ekrem Ertuğrul, temyiz duruşması prosedürünü anlattı. Eski 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’na (CMUK) göre Yargıtay’ın kendine has farklı bir yargılama şekli vardı. Sanıklar olmadan müdafileri ve izleyiciler huzurunda savunma alınacaktı. Ve daire de, sanık avukatlarının soyadına göre alfabetik olarak savunma sırası belirlemişti. Bu durum, avukatlarca tepkiyle karşılandı. Normal yargılamadaki gibi iddianame sırasına göre en önemli sanıktan yani Emekli Orgeneral Çetin Doğan’dan başlayarak savunma yapılması talep ediliyordu. Israrlı taleplere rağmen daire başkanı geri adım atmadı ve ilk olarak Halil İbrahim Fırtına’nın avukatı Kazım Yiğit Akalın savunmaya başladı. Burada da yine sanık avukatlarının taktiği devreye girdi. 60 sanık avukatı 400 sayfalık ortak savunma hazırlamıştı. Avukat Akalın’ın bunu okumaya başlamasıyla duruşmaya geçilmiş oldu.
Yargıtay duruşmasında dikkat çeken en önemli husus, daire başkanının sanık avukatlarına savunma süresi konusunda kısıtlamaya gitmemesi oldu. Yine burada, avukatlar yerel mahkemede kendilerine savunma için yeterli süre verilmediğini eleştirdi. Ancak şu bir gerçek ki, ilk ana savunmalarda sadece Çetin Doğan ile eski kuvvet komutanları Özden Örnek ve İbrahim Fırtına birer günlük uzun savunma yapmıştı. Ortak alınan karar ile diğer sanıklar sadece 5’er dakika savunma yapmıştı. Bu savunma taktiği tüm sanıklar ve avukatlarının ortak kararı idi. Asıl savunmada 5’er dakika zaman kullanıp daha sonraki süreçte ve dava biterken ‘Savunma için süre verilmedi’ demek ciddi bir yaklaşım olarak kabul görmedi. Savunma tarafı için bu durum küçük, hatırlanmaya değmeyecek bir teferruat sayılabilecek olsa da, bu bilgiler dava dosyasında mevcut.
9. Ceza Dairesi’nin ‘sınırsız’ savunma vaadiyle başlayan temyiz duruşmaları bütün sanık vekillerinin savunması ile son bulacak. Bundan sonra ise, daire üyeleri kendi aralarında toplanıp karar hükümle ilgili onama ya da bozma kararı verecek. Bu biraz daha zaman alacak ama gerçek şu ki, Balyoz Darbe Planı Davası son dönemecinde. Yargıtay, sahte delil, savunma hakkı ihlali gibi çok sayıda iddiayı değerlendirerek son sözü söyleyecek.