Perşembe, Aralık 01, 2011

Peygamber dönemini, O'nun yanı başında hatırlamak...(Yeni Bahar dergisi,35"inci sayı)

Harem-i Şerif’teki ibadetler, Kâbe tavafı, Safa ile Merve arasında sa’y yaparken farklı hislerle coşan ruhlar, Peygamber’in mekanında ayrı bir huzur ve hüzün iklimine giriyor.



BÜŞRA ERDAL-MEDİNE

On dört yüzyıl öncesine ışınlanmışız sanki. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatının üzüntüsüne dayanamadığı için Şam’a giden Bilâl-i Habeşî, Medine’ye dönmüş. Şam’dayken bir gece rüyasında Efendimiz’i görmüş ve O’nun “Beni ziyaret etmeyecek misin yâ Bilâl?” demesi üzerine Medine yollarına düşmüş. Doğruca Resûlullah’ın kabr-i şerîfine gidip, Ravda-i Mutahhara’yı (Yeşil Kubbe Kabri Şerif) ziyaret ettikten sonra Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in ısrarı üzerine bir gün sabah vaktinde ezan okumaya başlamış. Peygamber’in mescidinden Bilâl-i Habeşî’nin sesiyle yükselen ezanı duyan ashâb-ı kirâm yerlerinden fırlayıp, kadın erkek, çoluk çocuk hep sokaklara dökülmüşler. Herkesin yönü Mescid-i Nebevî’ye doğru. Sanki Peygamber yaşıyor ve herkes O’na koşuyor. Duyulan ezan da bunun müjdesi gibi geliyor insanlara. Ama ne Peygamber hayatta ne de Bilâl-i Habeşî ezan okuyor.

Nebiler Nebisi’nin vefatı ve Bilâl-i Habeşî’nin okuduğu son ezandaki hüzün on dört yüzyıl sonra bugün de sürüyor. Kâbe’yi geride bırakıp hüzünlü bir yolculuk ve ruh haliyle Medine’ye varan hacıların mescitteki günlerinin ilk vakit namazı başlıyor. Harem-i Şerif’teki ibadetler, Kâbe tavafı, Safa ile Merve arasında sa’y yaparken farklı hislerle coşan ruhlar, bu kez Peygamber’in mekânında huzur ve hüzün iklimine ulaşıyor. İtminan buluyor, dinleniyor. Çünkü küçük hicreti gerçekleştirmenin yolu, büyük hicreti anlamaktan geçiyor. Peygamberliğin on üçüncü yılında uğradıkları zulüm nedeniyle Allah’ın vize vermesiyle Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) tüm Mekke Müslümanlarını hicrete davet eder. İnananlar, bir gece vakti evini, eşyasını, yurdunu bırakıp Medine yollarına düşer. Biz de o günkü yolculuğun bir benzerini hac ibadetinin bitişinin ardından bir sabah namazı sonrası yola düşerek yaptık. Yolda bir dinlenme yerinde öğle namazı molası, ağaçsız boş topraklar ve kayalıklar arasındaki bir yolculuğun ardından Medine-i Münevvere’ye varılıyor. Medine, başta Efendimiz olmak üzere sahabelerin ruhunda hayat bulan bir şehir. Peygamber’in hicret kararıyla Mekke’den yola çıkan muhacirlere kucak açan Medine, haccın yorgunluğunu taşıyan Müslümanlara da aynı muamelede bulunuyor.

Bir iddiaya göre Efendimiz, “Kim, bir tek namaz kaçırmaksızın benim mescidimde kırk vakit namaz kılarsa ona cehennem ateşinden uzak oluş ve azaptan kurtuluş yazılır. O, nifaktan uzak olur.” (Ahmed İbni Hanbel, el-Müsned, III, 155; Taberânî, el-Evsat, VI,210; No.5540) buyurmuş. Bunun için hacdan sonra 8 gün Medine’de kalanlar var. Diyanet bu konuda Müslümanları serbest bırakıyor ama bu rivayetin çok da sahih olmadığını ve namaz kılmak için bütün mescitlerin aynı niteliğe sahip olduğunu belirtiyor. Sadece namaz kılmak için Medine’de kalmak yerine insanların işlerinin başına dönmesi gerektiği tavsiyesinde bulunuyor. Bu rivayetten de anlaşılacağı üzere nasıl Mekke’nin kalbi Kâbe ise Medine’ninki de Mescid-i Nebevi. Birisi Allah’ın evi, diğeri âlemlere rahmet olarak gönderilen son Peygamber Hz. Muhammed, O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) sadık dostları Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in kabirlerinin bulunduğu yer. Mescid-i Nebevi, artık Mekke’de yorulmuş ve günlük hayatın kurallarından uzaklaşmış bedenlerin tekrar normale dönme yeri.

Binlerce kadın 24 saat cemaat halinde

Mescid-i Nebevi’ye varıldığında artık Beytullah’tan farklı bir iklim karşılıyor hacıları. Kadın-erkek ayrımının minimum seviyeye indiği Harem-i Şerif’ten sonra Müslümanların tekrar günlük hayata adapte olma mekânı Mescit oluyor. Burada kadınlar ve erkekler için ayrılmış ibadet bölümleri var. Girişleri farklı olan bu bölümlerden kadınlar kısmına girildiğinde gerçekten büyük bir şaşkınlık yaşanıyor. Zira dünya üzerinde kadınların bu kadar büyük bir cemaat oluşturduğu mescit yoktur herhalde. Farklı ülkelerden pek çok renk ve ırkta kadın, yan yana saf tutuyor. Bazıları günün 24 saatini burada geçiriyor. Halbuki Türkiye’deki camilerde kadınlara ayrılan namaz yerleri çok küçük ve kısıtlı. Kadınların özellikle cuma, bayram ve cenaze namazlarına katılmalarının önünde hâlâ engeller var. Diyanet İşleri Başkanlığı daha yeni yeni birkaç büyük camide cuma namazları için kadınlara yer açmaya başladı. Ama Mescid-i Nebevi’deki binlerce kadını görünce Türkiye’de de bu sistemin devreye girmesinin, kadınların evlerde tek başına ibadet etmek yerine cami cemaati oluşturmasının sağlanmasının gerekli olduğu düşüncesi pekişiyor. Nitekim Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de İslâmiyet’i anlatırken kadınların ve çocukların mescitten uzaklaştırılmaması çağrısında bulunuyor. Bu çağrının bugünün Müslüman kadınları için de hayata geçirilmesi elzem.

Türkiye’de cuma namazı, cenaze namazı kılmayan ve bu nedenle de öğrenmeye gerek duymayan kadınlar, hacca gittiğinde orada hiçbir ayrım olmadığını görüyor. Ancak nasıl kılınacağını bilmediği için cuma ve cenaze namazlarında cemaate dahil olamıyordu. Diyanet’in son dönemde hac için görevlendirdiği kadın irşad görevlileri sayesinde hacı hanımlar da cemaate dahil olmaya başladı. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu uzmanı Dr. Ülfet Görgülü de bu durumu doğruluyor: “Eskiden Türkiye’de uygulaması pek olmadığı için cenaze namazı için çağrı yapıldığında bizim Türk hanımlar oturuyordu. Cuma, cenaze ve bayram namazlarına iştirak etmiyorlardı. Ama biz burada kadınlara bu namazları kılmaları gerektiğini ve nasıl kılacaklarını anlatıyoruz. Öğrendiler ve kılıyorlar.”

Görgülü’ye göre Türkiye’de kadınların camiye gelmesinde ‘hacı amca’ faktörü engel teşkil ediyor. Belirli yaş üzeri hacı amcalar, kadınların camide işinin olmadığını, evde ibadet etmeleri gerektiğini savunup bunu topluma benimsetmeye çalışıyor. Görgülü, gerek Harem-i Şerif’te olsun gerek Mescid-i Nebevi’de binlerce kadının yirmi dört saat ibadet ettiğine şahit olan Türk hacıların, nasıl olur da Türkiye’ye dönüklerinde bunu yadırgadıkları sorumuza ise şu cevabı veriyor: “Hacı amcalar, Türkiye’de kadınların camiye gelip cuma, bayram namazı kılmalarına tepkili. Halbuki Mekke’de, Harem-i Şerif’te bunlara şahit oluyor, ancak sanki bu Türkiye’de olmazmış gibi düşünüyorlar. Sadece Mekke’ye has bir durum olduğunu düşünüyorlar. Ancak şimdi büyük il ve ilçelerin belirli camilerinde kadınlar için yerler ayrıldı. Bu da Diyanet tarafından duyuruldu. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kadınları camiye getirme projesi var. Zaten kadın vaizler de bu konuda haftanın belirli günlerinde ders, sohbet veriyor. Kadınların da bu konuda gayret etmesi lazım. Efendimiz de kendi döneminde kadınların ibadet mahallerinden uzaklaştırılmamasını istemiştir. Bu iyi anlatılmalı.”

Peygamberimiz’in Mescidi’nin en renkli bölümlerinden biri dünya kadınlarının renk renk saf tuttuğu kadın cemaati şüphesiz. Ama bunun yanında ikinci bir güzellik de bu cemaat içinde cıvıl cıvıl çocuk sesleri. Mescit’in bahçesinde koşturan, oyunlar oynayan çocukların sesleri vakitleri birbirine bağlayan zincirlerin halkası sanki. Özellikle sıcak mevsimlerde ikindi namazından gece yarısına kadar anneleri ibadet ederken onlar, Mescit’in bahçesini mesken tutuyor. Bu görüntü de namaz kılarken sırtına torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin çıktığında onlara şefkat duyan, onları incitmeden namazını bitiren Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) dönemini hatırlatıyor. Sanki Efendimiz hâlâ hayatta ve torunları Hasan ve Hüseyin de Mescit’in bahçesinde oynuyor. b.erdal@zaman.com.tr