Cumartesi, Mart 16, 2013

Kanunlarda “zikzaklı değişiklikler” uygulamayı da zora sokuyor




BÜŞRA ERDAL-ANALİZ

Türkiye’nin son on yılı yeni kanun çalışmaları ile geçti.  Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde kanunlar değişirken, diğer taraftan bunlarla ilgili ek düzenlemeler yapıldı. her ne kadar “kanunlardaki ve uygulamadaki bazı aksaklıkları, yanlışları” düzeltmek amacıyla yapılsa da, bu yenilikler her zaman doğruluk getirmedi. Bunun en iyi örneği de son 4. Yargı paketi ile bir kez daha gündeme gelen Terörle Mücadele Kanunu(TMK)’ya ilişkin düzenlemeler. Bu kanunda, oldukça zikzaklı bir çizgiyle değişikliklere gidildi. En son 4. Yargı paketinde, “terör propagandası” suçunda “şiddet” şartı getirildi ve bu çok önemli. Ama geçmişte, aynı maddeye kamuoyundan tepki olmasına rağmen birkaç müdahale edildiğini gördük. Asıl olan, kanunlarda günü birlik o ana göre değişiklik değil, her şartta en hukuki olanı tercih etmek. 

4. Yargı paketi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına göre kanunlarımızda iyileştirme yapıldı. TMK’daki “terör propagandası” suçuna “şiddet” şartı getirildi. Türk Ceza Kanunu’nda yer alan “işkence” suçunda zamanaşımı süresi kaldırıldı. Yine TCK’da halkı askerlikten soğutma suçunun alanı daraltıldı. Bu önemli değişikliklerin geçmişine baktığımızda görülen “zikzaklı tutum” ise, kafa karıştırıcı. Bir de TMK 7’inci maddede olduğu gibi “reform” olarak sunulan ama madde içeriği olarak riskli ve uygulayıcı zora sokacak durumlar söz konusu. 

Öncelikle, TMK 7 ile ilgili tarihi sürece gelecek olursak, epey geçmişe dayanıyor. 1993 tarihli TMK’nın 7’inci maddesi başta “terör propaganda fiilleri 5 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” diyordu. Bu suçun şartları ya da unsurları konusunda herhangi bir açıklık yoktu. Daha sonra 06 Şubat 2002 tarihli ve 4744 sayılı Kanunla, propaganda fiili “terör yöntemlerine başvurmaya özendirme” unsuruna bağlandı. Bu da muğlak bir tanımdı. Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde, 30 Temmuz 2003’de kabul edilen 4963 sayılı Kanunla da “şiddet veya diğer terör yöntemlerine başvurmayı teşvik etme” şartı getirildi. Bu yasa metni ve uygulayıcılar için çok önemli bir kriterdi. Ama ömrü sadece 3 yıl sürebildi. Danıştay saldırısıyla aynı sürece denk gelen 2006 yılının ilk 6 ayında “şiddet” unsurunun kaldırılması için meclis çalışmalara başladı. Aslında bu düzenlemede geri adım atmak için herhangi bir somut gerekçe yoktu. Meclis çalışmasını yaparken kamuoyu da boş durmadı. Hem sivil toplum kuruluşları hem de medyanın bir bölümünden (Zaman gazetesi gibi) eleştiriler geldi. TMK’nın bu düzenlemelerinde geri gidilmemesi istendi. Buna rağmen 29 Haziran 2006’da 5532 sayılı Kanun kabul edildi. Bu düzenleme de TMK’nın ilk halindeki gibi sadece “propaganda”dan yer aldı,  “şiddet” unsuru kaldırıldı. 

Bu düzenleme Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi(AİHM)’de de ülkeyi sıkıntıya sokmaya devam etti. Mesela, 2006 yılındaki pakette yer alan TMK 7’nin de içinde olduğu bir kısım suçlarla ilgili “hükmün açıklanmasının ertelenmesi” kuralı getirildi. Ama kanun koyucu bir süre sonra TMK 7’yi bu suçlar arasından çıkaran yeni bir yasa yani paket daha yaptı. Öyle olunca bu suçtan Yargıtay’a giden dosyalar hiç incelenmeden mahkemelere geri gönderildi. Bu şekilde mahkemelere ek yük binmiş oldu. Ve son 6-7 yılda sadece “”hükmün açıklanmasının geriye bırakılması” düzenlemesi 5 kez değişti. Her değişiklik de mahkemelere, yeni yük yeni karışıklık olarak  geri döndü.

TMK 7 ile ilgili bir diğer konu da yeni düzenlemedeki çelişki. Pakette, TMK 7 için ilk fıkrada; “Terör örgütünün, cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” deniyor. Bu genel bir tanımlama ve hakimin takdirine bırakılarak sanık lehine bir uygulama oluşturabilir. Hatta bunu sanık aleyhine uygulayacak hakim ve savcıları eleştirmek için de sağlam gerekçeler bir düzenleme. Ama ne var ki, hemen ikinci fıkra, ilk bölümdeki bu düzenlemeyi bertaraf edecek unsurlar taşıyor. Maddenin ilk bölümüyle doğrudan çelişki oluşturuyor. Şöyle ki;  “a) Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerin gizlenmesi amacıyla yüzün tamamen veya kısmen kapatılması.
b) Toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşmese dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde;
1. Örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması,
2. Slogan atılması,
3. Ses cihazları ile yayın yapılması,
4. Terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi." gibi durumların “terör propagandası” olarak sayılıp cezalandırılacağını net bir şekilde tarif ediyor. Bu durumda , birinci bölümde yargı mensuplarına verilen takdir hakkı bu sayılan etkenlerle geri alınıyor. Uygulamada yine sorun oluşturacak, yine karışıklığa neden olacak bir durum.

Pakette yeni bir değişiklik de, tutuklama kararlarına yapılan itirazlarla ilgili. Normalde sadece savcının görüşü alınıyordu. Pakette “101 ve 105 inci maddeler uyarınca yapılan itiraz üzerine Cumhuriyet savcısından görüş alınması durumunda, bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü bildirebilir." deniyor. Yani bir tutuklamanın devamı ya da tahliye yönünde görüş bildirilirken savcıdan sonra aynı duruşmadaki gibi avukatlardan da görüşü sorulacak. Zaten dilekçe ile tahliye isteyen sanık müdafiinden tekrar görüş sormak bu süreci de uzatacak görünüyor. Bu konuda savcıdan görüş istenmesi uygulamasının kaldırılması tartışılırken buna bir de avukatlardan görüş alınması eklenmiş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder