Cumartesi, Ocak 12, 2013

[HABER-ANALİZ] Bozma talebinde ‘örgüte giden yol’ açıldı (11 ocak 2013, Zaman)


Gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesiyle ilgili dava 1 yıl önce sonuçlandı. Mahkemenin, “dosyada örgüt bulamadık” kararı tam da cinayetin beşinci yılında kamuoyunda büyük infiale neden oldu.
1 yıl geçti ve cinayetin altıncı yıldönümü yaklaşırken, Yargıtay’dan Dink ailesini umutlandıran bir karar çıktı. Cinayetin örgütlü yapı tarafından işlendiğini belirten başsavcılık, amacın da ülkede kaos çıkarmak olduğunu söyledi. Bu tespit de akıllara doğrudan Ergenekon örgütünü getirdi.

Ancak Yargıtay Başsavcılığı’nın “örgüt” tespiti dosyada ilk değil. Daha önce Özel Yetkili Mahkeme savcıları, Dink cinayetiyle ilgili 2007’de hazırladıkları iddianamede sanıkları “terör örgütü” ile suçladı. AİHM, Eylül 2010’daki kararında Dink cinayetinin arkasında “ultra milliyetçi” bir örgüt olduğunu söyledi. 2007’ye kadarki Dink’i hedef alan 301 davası, eylemler, dosyadaki deliller, cinayetin işlenme şekline bir bütün olarak bakıldığında “örgüt” olduğu görülüyordu. Ama mahkeme, cinayeti işleyenlerin örgüt olmadığına hükmetti. Bu kararı ilk değerlendirecek olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı idi.

Başsavcılık, yasal mevzuatı tek tek sayıp Dink cinayetindeki örgütlü yapıyı gösterdi. Görüşünde, “örgüt, tehlike suçu, suç kastı” gibi temel konularda önemli tespitler yaptı. Bunlar daha sonra Ergenekon, Balyoz dava dosyaları için de aydınlatıcı olacak nitelikte.

Başsavcılık, temel olarak “Örgütlerin varlığı genel itibarıyla işlenen suç sonrası anlaşılır. Durduk yere, amaçsız bir şekilde sırf örgüt kurdu desinler diye hiç kimse bir araya gelmez. Suç işlememiş dahi olsa, bu amaç doğrultusunda örgüt kurmakla doğrudan toplum düzeni tehlikeye sokulmuş demektir. Suç işlemek için örgüt kurma suçu bir tehlike suçudur.” diyerek, öncesinde bir eylemi olmasa bile belirli bir suç kastıyla bir araya gelen en az 3 kişinin örgüt kurmuş olacağını belirtti. Dink cinayetini de terör örgütü kabul etti. Terör faaliyetlerinin “devletin birliğini” bozmaya yönelik olduğunu ancak bu birliğin de sadece “idari birlik” anlamında olmadığını ifade etti. Bir kişinin farklı din, mezhep ya da ırk gerekçesiyle hedef alınmasının da “devletin milleti ile olan bütünlüğünün bozulmasına yönelik cebri fiil” olduğunu kaydetti.
Örgüt üyelerinin, yakalanmasalardı ülke birliğini bozacak eylemlere devam edeceğini de hatırlatarak, cinayetin örgütlü bir eylem olduğu, tehlike suçunun oluştuğu gerekçesiyle cezalandırma talep etti.
 Başsavcılığın bu görüşü, davaya bakan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi Savcısı Hikmet Usta’nın mütalaasını akla getiriyor. Usta, cinayet öncesi Trabzon Jandarması’ndaki faaliyetlerini, 301 davasını, Dink’in isminin Kafes Operasyonu Eylem Planı’nda geçmesini gerekçe göstererek cinayetin Ergenekon örgütü faaliyeti olduğunu belirtmişti. Aynı şekilde 1. Ergenekon iddianamesinde de Dink cinayetinin işlenme şeklinin, oluşturduğu kaosun Ergenekon örgütünün amacına uygun olduğu ancak gizli yapılanma nedeniyle yeterli delile ulaşılamadığı belirtilmişti.
Şimdi Yargıtay Başsavcılığı da hem Ergenekon hem de dava savcılarıyla aynı görüşte. Bu anlamda İstanbul Başsavcılığı’nda kamu görevlileriyle ilgili hâlâ yürüyen bir soruşturma var. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, savcılık görüşü doğrultusunda kararı bozarsa soruşturma bir adım ileri gidebilir ve Ergenekon ile bağı da araştırılarak örgüte ilişkin bütün karanlık noktaların üzerine gidilebilir.
Kararda dikkat çeken bir diğer nokta da, Dink davasının “Susurluk davasına” benzetilmesi. Başsavcılık, Susurluk davasına ilişkin gerekçede, “örgüte ilişkin tüm yapının ilk aşamada ortaya çıkarılamamış olmasının yakalanan sanıkların eylemlerinin niteliğini değiştirmeyeceği” ibaresini hatırlatıyor. Ve geri kalan yapılanmanın ortaya çıkarılmasının da devletin görevi olduğunu vurguluyor. Umarız, başsavcılığın bu görüşü doğrultusunda Dink cinayeti Susurluk olayı gibi kalmaz, örgüt ortaya çıkarılır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder