BÜŞRA ERDAL-ANALİZ
Türkiye’nin son on yılı yeni kanun çalışmaları ile
geçti. Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde
kanunlar değişirken, diğer taraftan bunlarla ilgili ek düzenlemeler yapıldı.
her ne kadar “kanunlardaki ve uygulamadaki bazı aksaklıkları, yanlışları”
düzeltmek amacıyla yapılsa da, bu yenilikler her zaman doğruluk getirmedi.
Bunun en iyi örneği de son 4. Yargı paketi ile bir kez daha gündeme gelen
Terörle Mücadele Kanunu(TMK)’ya ilişkin düzenlemeler. Bu kanunda, oldukça
zikzaklı bir çizgiyle değişikliklere gidildi. En son 4. Yargı paketinde, “terör
propagandası” suçunda “şiddet” şartı getirildi ve bu çok önemli. Ama geçmişte,
aynı maddeye kamuoyundan tepki olmasına rağmen birkaç müdahale edildiğini
gördük. Asıl olan, kanunlarda günü birlik o ana göre değişiklik değil, her
şartta en hukuki olanı tercih etmek.
4. Yargı paketi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
kararlarına göre kanunlarımızda iyileştirme yapıldı. TMK’daki “terör
propagandası” suçuna “şiddet” şartı getirildi. Türk Ceza Kanunu’nda yer alan
“işkence” suçunda zamanaşımı süresi kaldırıldı. Yine TCK’da halkı askerlikten
soğutma suçunun alanı daraltıldı. Bu önemli değişikliklerin geçmişine
baktığımızda görülen “zikzaklı tutum” ise, kafa karıştırıcı. Bir de TMK 7’inci
maddede olduğu gibi “reform” olarak sunulan ama madde içeriği olarak riskli ve
uygulayıcı zora sokacak durumlar söz konusu.
Öncelikle, TMK 7 ile ilgili tarihi sürece gelecek olursak,
epey geçmişe dayanıyor. 1993 tarihli TMK’nın 7’inci maddesi başta “terör
propaganda fiilleri 5 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” diyordu. Bu
suçun şartları ya da unsurları konusunda herhangi bir açıklık yoktu. Daha sonra
06 Şubat 2002 tarihli ve 4744 sayılı Kanunla, propaganda fiili “terör
yöntemlerine başvurmaya özendirme” unsuruna bağlandı. Bu da muğlak bir tanımdı.
Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde, 30 Temmuz 2003’de kabul edilen 4963 sayılı
Kanunla da “şiddet veya diğer terör yöntemlerine başvurmayı teşvik etme” şartı
getirildi. Bu yasa metni ve uygulayıcılar için çok önemli bir kriterdi. Ama
ömrü sadece 3 yıl sürebildi. Danıştay saldırısıyla aynı sürece denk gelen 2006
yılının ilk 6 ayında “şiddet” unsurunun kaldırılması için meclis çalışmalara başladı.
Aslında bu düzenlemede geri adım atmak için herhangi bir somut gerekçe yoktu. Meclis
çalışmasını yaparken kamuoyu da boş durmadı. Hem sivil toplum kuruluşları hem
de medyanın bir bölümünden (Zaman gazetesi gibi) eleştiriler geldi. TMK’nın bu
düzenlemelerinde geri gidilmemesi istendi. Buna rağmen 29 Haziran 2006’da 5532
sayılı Kanun kabul edildi. Bu düzenleme de TMK’nın ilk halindeki gibi sadece
“propaganda”dan yer aldı, “şiddet”
unsuru kaldırıldı.
Bu düzenleme Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi(AİHM)’de de
ülkeyi sıkıntıya sokmaya devam etti. Mesela, 2006 yılındaki pakette yer alan
TMK 7’nin de içinde olduğu bir kısım suçlarla ilgili “hükmün açıklanmasının
ertelenmesi” kuralı getirildi. Ama kanun koyucu bir süre sonra TMK 7’yi bu
suçlar arasından çıkaran yeni bir yasa yani paket daha yaptı. Öyle olunca bu
suçtan Yargıtay’a giden dosyalar hiç incelenmeden mahkemelere geri gönderildi.
Bu şekilde mahkemelere ek yük binmiş oldu. Ve son 6-7 yılda sadece “”hükmün
açıklanmasının geriye bırakılması” düzenlemesi 5 kez değişti. Her değişiklik de
mahkemelere, yeni yük yeni karışıklık olarak
geri döndü.
TMK 7 ile ilgili bir diğer konu da yeni düzenlemedeki çelişki.
Pakette, TMK 7 için ilk fıkrada; “Terör örgütünün, cebir, şiddet veya tehdit
içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı
teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır.” deniyor. Bu genel bir tanımlama ve hakimin
takdirine bırakılarak sanık lehine bir uygulama oluşturabilir. Hatta bunu sanık
aleyhine uygulayacak hakim ve savcıları eleştirmek için de sağlam gerekçeler
bir düzenleme. Ama ne var ki, hemen ikinci fıkra, ilk bölümdeki bu düzenlemeyi
bertaraf edecek unsurlar taşıyor. Maddenin ilk bölümüyle doğrudan çelişki
oluşturuyor. Şöyle ki; “a) Terör
örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerin
gizlenmesi amacıyla yüzün tamamen veya kısmen kapatılması.
b) Toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşmese
dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde;
1. Örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin asılması ya da
taşınması,
2. Slogan atılması,
3. Ses cihazları ile yayın yapılması,
4. Terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin
üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi." gibi durumların “terör
propagandası” olarak sayılıp cezalandırılacağını net bir şekilde tarif ediyor.
Bu durumda , birinci bölümde yargı mensuplarına verilen takdir hakkı bu sayılan
etkenlerle geri alınıyor. Uygulamada yine sorun oluşturacak, yine karışıklığa
neden olacak bir durum.
Pakette yeni bir değişiklik de, tutuklama kararlarına
yapılan itirazlarla ilgili. Normalde sadece savcının görüşü alınıyordu. Pakette
“101 ve 105 inci maddeler uyarınca yapılan itiraz üzerine Cumhuriyet
savcısından görüş alınması durumunda, bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine
bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü
bildirebilir." deniyor. Yani bir tutuklamanın devamı ya da tahliye yönünde
görüş bildirilirken savcıdan sonra aynı duruşmadaki gibi avukatlardan da görüşü
sorulacak. Zaten dilekçe ile tahliye isteyen sanık müdafiinden tekrar görüş
sormak bu süreci de uzatacak görünüyor. Bu konuda savcıdan görüş istenmesi
uygulamasının kaldırılması tartışılırken buna bir de avukatlardan görüş
alınması eklenmiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder