Gerçi niye şaşırıyoruz ki, Yargıtay binasındayız. Kendisine darbe yapılan ve kılını bile kıpırdatamayan ‘yüksek’ yargıçların olduğu yer. Yargıtay 23. Ceza Dairesi üyesi Mustafa Erdoğan da Twitter’da Yargıtay’a tekrar atanacaklarını bilen üyelerin, muhalif gördükleri, iktidarın üstünü çizdiği üyeler ile serviste bile yan yana gelmediğini yazdı. Yüksek yargıya darbe yasasının konuşulmasının tabu olduğunu, bütün Yargıtay’ın üç maymunu oynadığını kaydetti. Durum bu. 16. Ceza dairesinden de, tutuklu hâkimler için sahibinin sesi olmaktan başka ne beklenebilir ki? Onlar da muhtemelen yeniden atanacaklarını biliyorlar.
b.erdal@yenihayatgazetesi.com
Perşembe, Temmuz 14, 2016
Yüksek ama başı eğik bir yargı – Büşra Erdal
Türkiye’de ilk kez kararlarından dolayı tutuklanan birinci derece hakimler Metin Özçelik ve Mustafa Başer’in Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nde 6’ıncı duruşması vardı. 300’den fazla kişi alabilecek kapasitede büyük bir salon ve geniş koltuklar… Yargılama şekliyle normal adli mahkemelerden daha rahat bir ortam. Savcı kürsüsünün heyetten ayrı ve biraz daha aşağıda yer alması da görüntü olarak olması gerekene daha yakın. Daire Başkanı, “Herkesin geçmiş bayramını tebrik ediyoruz.” diyerek duruşmayı açtı. Yani görüntü iyi.
Duruşma başlıyor ve bakıyorsunuz görüntü var ama ses yok. Kocaman boş salonda hakimlerin yakınları ve birkaç meslektaşıyla az sayıda gazeteci var. İzleyici bölümünde en önde hakim Özçelik’in annesi, arkasında Mustafa Başer’in annesi oturuyor. Dikkatlice duruşmayı seyrediyorlar. Bu kadar küçük izleyici grubunun başında bellerinde silahlar olan güvenlik görevlileri koğuş ağası gibi dikiliyor. Gözleri izleyicilerin ellerinde, gazetecilerin yazdıklarında. Her hareket gözetleniyor. Salonda dolaşarak arada bir seyirci ya da gazetecinin başına gidip telefonları kontrol ediliyor. Devamlı bir göz hapsi.
Hukuktan kaçarak nereye kadar? Daha başta bir önceki duruşmada yaşananların etkisi sürüyor. Önceki duruşmada üye Mustafa Kurtaran savunma yapan hakimlere karşı gülmüştü. O gülüş de mahkeme salonunda gerginliğe ve tartışmaya neden olmuştu. İşte o tartışma sırasında Yargıtay üyesi ve savcısının sanıklar ve avukatlarına sarf ettiği hakaretamiz sözler görüntülü kayıttan tutanağa geçirilirken ‘anlaşılamadı’ denilerek sansürlenmiş. Tutuklu hakimler ve avukatları bizzat yaşadıkları o tartışma kısmının tekrar huzurda dinlenip tutanağa tam geçirilmesini talep ediyor. Başkan Şentürk ise, ‘tutanağa eksik geçmiş olabilir, ama biz biliyoruz ’diye geçiştiriyor. Buna karşılık hakim Özçelik de ‘Bu dava burada kalmayacak. Mahkumiyet çıkarsa temyiz edilecek. Hak ihlali konusunda Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidilecek. O mercilere sizin hafızanız değil, dosya içeriği götürülecek” diyerek o kısa bölümün huzurda dinlenmesi gerektiğini vurguluyor. Ama yine başkan görüntülü kayıtların dinlenmesinin davayı uzatmaya yönelik olduğunu ileri sürüp talebi reddediyor. Halbuki o duruşmadaki yaşananlar reddi hakim sebebi ve savcı hakkında suç duyurusunda bulunulma ihtimali var. Bunlar acil ve davanın özünü ilgilendiren konular. Durum bu iken, ‘sonra bakarız’ diyerek geçiştiriliyor. Bir heyet ki kendi duruşmasında herkesin gözü önünde yaşananları tutanağa geçirmekten, ifşa etmekten korkuyor. Dosyadan delil kaçırıyor, herkesin gözü önünde.
Bu yazıda izlenimlerime yer verdim ki son bir şey anlatmasam fotoğraf eksik kalır. Enteresandır, önceki duruşmalarda gülmesi ile ortamı geren üyenin bu kez duruşmada somurtması dikkat çekiciydi. Öte yandan tutuklu hakimlerin tahliye talebi sırasında dairenin tüm üyelerinin başını eğmesi yargılamanın genel halinin bir itirafı niteliğindeydi. Özellikle hakim Özçelik’in, Avrupa Yargıçlar Birliği’nin Mustafa Başer ve kendisini insan hakları ödülüne aday gösterdiği metni okurken ki halleri. Biri de başını kaldırıp tutuklu hakimlerin gözlerine bakamadı. Vicdanlarının harekete geçmesinden korktukları için mi, yoksa yaptıkları işten utandıkları için mi bilinmez. O heyet, başkan Şentürk ve üyeler başları eğik bir yargılama yapıyor. Utanılacak bir iş yaptıklarının farkındalar. Eğer daha da fazla utanılacak bir hale düşmüyorlarsa o da tutuklu hakimlerin nezaketinden. b.erdal@yenihayatgazetesi.com
Sansür ve Karanlık odadaki kara kedi – Büşra Erdal (Yeni Hayat gazetesi)
Yeni Hayat, bir avuç gazeteci ile sansür ve medya gaspı döneminde habercilik yapmaya çalışıyor. Milleti ilgilendiren her konuda elini taşın altına koyuyor. 45 kişinin hayatını kaybettiği IŞİD’ın Atatürk Havalimanı katliamını da bu kapsamda manşet yaptı. Gazete, “150 canlı bomba aramızda dolaşıyor; Ya Yakalayın Ya İstifa Edin” dedi. 150 canlı bomba bilgisini de Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın gar saldırısıyla ilgili iddianamesinden aldı. Yani mahkeme dosyasından elde edilmiş resmi bir bilgi. İstifa çağrısında bulunulan kişiler de İçişleri Bakanı, MİT Müsteşarı ve İstanbul Emniyet Müdürü. Güvenlik ve istihbarattan birinci dereceden sorumlu isimler.
Medyanın işi bu; halkı bilgilendirmek, halkın sesi olmak ve kamu adına denetim yapmak. Bu yapılan da normal bir gazetecilik faaliyeti. Sonra ne mi oldu? Güçlü bir güvenlik ve istihbarat çalışması ile IŞİD terör örgütüne bağlı olduğu iddia edilen 150 canlı bomba eylemcisini yakalama çalışması yapılacağı yerde, bu manşeti atan gazetenin internet sitesi kapatıldı. Telekomünikasyon İletişim Daire Başkanlığı (TİB), 30 Haziran 2016’da hakim kararı olmadan tam da hafta sonuna ve bayram tatiline denk gelecek şekilde siteyi keyfi kapattı. Bu hukuksuz işleme Gölbaşı sulh ceza hakiminden de onay çıktı ki, şaşırtıcı değil.
Anlaşılan Türkiye’nin kara mizahı haline gelen yargının bir görevi de idarenin keyfi kararlarını imza mercii olmak. Uzun zamandır böyleydi de bu son karar ile bir kez daha gördük. Yargının tek vazifesi bu değil tabi. Öyle gelişmeler yaşanıyor ki toplum olarak can ve mal güvenliğimizin kimlere emanet olduğunu acıyla idrak ediyoruz. O gelişmelerden biri de Gaziantep’te IŞİD infazcısı Ahmet Güneş’in yargılanma süreci. 2 yıl önce yakalanıp ‘kasten adam öldürmek’ suçundan yargılanan Güneş, 7 ay içinde tahliye ediliyor. ‘Terör örgütü üyeliği’nden verilen 7.5 yıl hapis cezası da ‘iyi hal indirimi’ yapılarak düşürülüyor. Sonradan IŞİD infazcısı olarak kafa kesme, infaz görüntüleri ortaya çıkan bu kişinin birinci derece yakınları yine Türkiye’de kanlı eylemlerin failleri.
Ağır ceza mahkemesinin bu tahliye nedeniyle sorumluluğu var elbet. Ama asıl sorumlular, IŞİD terör örgütü eylemcilerini takip etmeyen, yeterli delil toplamayan, görevini savsaklayıp kötüye kullanan istihbarat ve güvenlik yetkilileri. Asıl sorumlu, o istihbarat ve güvenlik yetkililerini koordine eden, yöneten siyasi irade. O siyasi irade ki, ülkede insanlar katledilirken, güvenlik tehdidi had safhadayken emrindeki yetkililere Hizmet Hareketi’ne gönül verenler başta olmak üzere insanları ‘paralel’ diye yaftalayıp, cadı avı yaptırıyor. O irade ki, IŞİD terör örgütünün faaliyetlerini engellemek yerine ulusal yayın yapan gazetelerin internet sitelerini kapattırıyor.
Yeni Hayat Gazetesi’nin sitesi yaklaşık iki haftadır erişime yasak. Ulaştırma Bakanı iken sansürcülüğü ile tanınan Binali Yıldırım, başbakan yapılınca ayağının tozuyla iki gazetenin sitesini kapattırdı. Ortadaki en basitiyle görevi kötüye kullanma suçu, ama asıl olarak basın özgürlüğü ve halkın haber alma hakkının engellenmesi suretiyle Anayasa ihlali. Dolaylı olarak da IŞİD terör örgütüne destek görüntüsü ortaya çıkıyor. TİB kanuni görevini yapmayıp siteyi açmayınca son çare başbakanlıktan TİB’e kadar suç duyurusunda bulunuldu. Bu ülkede basın özgürlüğü ve hukuk arayışı, samanlıkta iğne aramaktan zor. Savcılığa başvurmak, karanlık bir odada olmayan kara kediyi aramak gibi. Ama o kedi bulunacak.